Cihadi harekete bir bakış - 4: Yeni dünya sistemi ve cihadi muhalefetin fikri temelleri
Dünyanın siyasi tarihi, insan yaşamının ilk zamanlarından bu yana daima bir hakimiyet düşüncesinin etrafında şekillenmiştir. Farklı insan toplulukları, krallıklar, beylikler ve imparatorluklar, bilinen dünyayı kendi hakimiyetleri altına almak, burada yaşayan insanlara kendi düşünceleri çerçevesinde düzen vermek gibi bir kanaate sahip olagelmiştir.
Hakimiyet düşüncesi
Bu gerçeği, daha aşina olduğumuz bir tarihi olgu olması bakımından, Türk tarihindeki cihan hakimiyeti fikriyle örneklendirmemiz mümkündür. Hunlardan Romalılara, Emevilerden Çinlilere, Osmanlılardan İngilizlere, Nazilerden Japonlara ve Amerikalılara kadar birçok farklı topluluk benzeri amaçlar için çaba göstermiştir. Bu çabalar tarihin belirli dönemlerinde netice de vermiş, bugün Batılıların Pax Romana, Pax Brittanica, Pax Americana gibi süreçler oluşmuştur. Bu hakimiyet olgusunun temelinde birçok farklı dinamik yatmakla beraber, gerek ferdi gerek içtimai açından insanın fıtratının da bu yönde bir eğilime sahip olduğunu söylemek gerekir.
İnsan sürekli olarak bir hakimiyet, bir baskınlık, bir güç düşüncesi peşinde olmuştur. Bu güç isteği insanın hiçbir dünyevi yahut ilahi ilkeyle kısıtlanmamış olduğu siyasi süreçlerde oldukça kanlı neticeler vermiştir. Tıpkı Romalıların, Moğolların, İngilizlerin ve Amerikalıların tarihin farklı dönemlerinde dünyayı kan gölüne çevirmiş olması gibi.
Şüphe yok ki söz konusu hakimiyet fikri insanı asla terk etmemiştir ve bugün de dünyanın siyasi tarihi bu arayış üzerinden şekillenmektedir. Fakat bugünün dünya hakimiyeti, geçmiştekine göre daha makyajlı ve daha güçlü temeller üzerine oturtulmuştur. Bunu anlayabilmek için, bu hakimiyetin temelini teşkil eden Batı dünyasını günümüze getiren süreci anlamak gerekir.
Batı dünyası, Amerika'nın bir güç olarak dünya sahnesine çıktığı yüzyılların öncesinde, Avrupa kıtasından ibaretti. Bu kıta gerek yüzölçümünün küçüklüğü, gerek üzerindeki güçlerin çeşitliliği gerekse kendilerini bir araya getirecek erken dönem ilkelerden mahrum oluşları gibi etkenlerden ötürü, oldukça parçalı bir görünüm arz etmekteydi. Bilhassa Roma'nın çöktüğü dönem ve sonrasındaki yüzyıllarda Avrupa'da yüzlerce kanlı savaş cereyan etti. Bu güç mücadelesi, kıtanın büyük bir sıçrama yaşayacağı Rönesans süreci sonrasında daha farklı bir tabiata bürünecekti.
Avrupa ve güç mücadelesi
Özellikle Coğrafi Keşifler olarak bilinen, Amerika ve Afrika kıtalarının zenginliklerinin yağmalandığı dönem, Avrupa'yı hiç olmadığı kadar zengin ve müreffeh bir geleceğe hazırlayacaktı. İspanya, Portekiz, İngiltere, Hollanda gibi çeşitli güçlerin yağmaları neticesinde Avrupa'ya dahil olan zenginlik, tüm kıtayı farklı bir atmosfere büründürdü. Bir yandan bilimsel gelişmelere önayak olan bu maddi imkan, diğer yandan da tüm kıtayı hakimiyeti altında tutan Kilise'nin temellerinin sarsılması, yeni bir süreci işaret ediyordu. Bu yeni dönemde hakim güç olmak isteyenlerin savaşları, ortaya çıkan yeni düşünceler, bilhassa Fransız İhtilali ve Napolyon Savaşları gibi süreçlerin Batı Avrupa'da oluşturduğu düzlem, yeni dönemin şafağı niteliğindeydi. Avrupa, kendisine yeni ilkeler, yeni temeller, yeni çehreler inşa ediyordu. Mezhep savaşları, ideoloji savaşları, zenginlik ve sömürge yarışı savaşları, tüm kıtada milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. Kıtanın eski güçleri, eski beyleri, eski soyluları, eski milletleri artık bariz bir yol ayrımındaydı. Ya yenilenerek yeni sürece dahil olmak yahut tarihin tozlu sayfalarında yerini almak. Bu değişim süreci, Roma'nın ardından Avrupa'nın en bariz gücü olan ve krallara taç giydiren Papalık'ın dahi siyasi gücünün sıfırlanmasına sebebiyet verecekti.
Avrupa, bir yandan hakimiyet arzusu ve güç arayışı için kan akıtırken, diğer yandan da hakimiyet üzerinde kıtasal hatta küresel bir uzlaşı kurmanın, böylece insanlığın binlerce yıldır peşinden koştuğu dünya hakimiyetini kısmen de olsa sağlayabilmenin yollarını arıyordu. Avrupalı aydınlar, fikir ve siyaset adamları, askerler ve diğerleri, yüzlerce yıl boyunca bu idealin peşinde koştu. Yazılan binlerce eser, ortaya atılan yüzlerce fikir, Tanrı'yı ortadan kaldırıp insana arzuladığı hakimiyeti hiçbir ortak olmaksızın verecek olan, tek geçer akçenin güç ve insanların gücü paylaşmak üzere vardığı mutabakat olduğu bir geleceğin inşası arayışının eseriydi. Napolyon Savaşları sonrasında oluşan atmosfer ve güç odakları, Avrupa'nın bu arayışa gerçek bir beden kazandırabilirliğini düşündürmeye başladı. Avrupalı güç odakları bir araya gelmeye, yeni dünyanın ilkelerini oluşturacak konferanslar, antlaşmalar, kurallar oluşturmaya başladı.
Bu süreçte, yeni dünyanın, yani dünyanın geri kalanına karşı giriştiği savaşta muzaffer olan Batı'nın içerisinde ve kısmen ötesinde birkaç farklı güç daha oluşuyordu.
Avrupa'daki güç arayışının bir uzantısı olarak keşfedilen, Avrupalılarca yağmalanan, insanları katledilen Amerika kıtası... Bu kıta, Avrupa'nın vahşet ve servetinin temellerinden biri oldu. Avrupa'dan buraya yine aynı güç arayışı için giden Batılılar, dünyanın en büyük gücü olan Amerika Birleşik Devletleri'ni kuracakları bir sürece girdi. Avrupa kıtasındaki güçlerden kazanılan bağımsızlık sonrası, özellikle 19'uncu yüzyıldan itibaren, bu devlet kendisine ciddi bir güç inşa edecekti.
Bir diğer güç odağı ise Avrupa'da yeni yeni oluşmaya başlayan zenginler sınıfıydı. Alışılanın ötesinde, bu zenginlerin artık çok yeni temelleri vardı. Sanayii, bu yeni temellerin anlaşılır ve tanındık olanlarından biriydi. Ancak bunun ötesinde, borsa ve medya, yeni zenginliğin esası olarak neşet etti. Bu da, Avrupa'nın hiç alışmadığı, tanımadığı ve bilmediği kişilerin de güç odakları arasına katılmasına ön ayak oldu. Borsa ve medya alanlarında adı anılan zenginler genel olarak iki ana sınıftı: İngiliz soylular ve Yahudiler. Bugün, tarihi olarak bu dönemde borsa ve medya ile meşgul olan kimselere, ayrıca büyük medya kuruluşlarının temelini atan kişilere bakıldığında, bu iki sınıf gözümüze çarpacaktır. Ki, borsa ve medya üzerinde yükselen yeni dünyanın da kimilerince "Anglo-Yahudi medeniyeti" olarak nitelendirilmesi bundandır. Bunun bir devamı olarak, Siyonizm'in ortaya çıkması ve İsviçre'de "Yahudi devleti" ideali ile tertip edilen kongreler, bağımsız olarak güçlenen Yahudi asıllı kimselerin organize bir güç odağı olacak şekilde birbirleriyle irtibat kurmasına olanak sağladı.
Tüm bunların dışında, yükselen bir güç olarak Rusya, İngiliz İmparatorluğu'nun Hindistan ve Avustralya'daki uzantıları, ayrıca ulusal birliğini tamamlayan Almanya ve İtalya da bu güç odakları arasında dahil oldu. Batı dünyası, elde ettiği maddi, askeri ve bilimsel güç ile, eski güç odaklarından kendilerini reforme edebilenler ve yeni güç odaklarının bir arada bulunduğu, heterojen bir güçler havuzu haline büründü.
Başta sömürge alanları olmak üzere güç tekelinin paylaşılamaması, tarihi krizlerin çözülemediği bölgelerde patlak veren problemler, eski ve yeni güç odakları arasındaki rekabetler gibi birçok farklı sebep, Avrupa'nın yeni savaşlara girmesi sonucunu doğurdu. Bu savaşlar, kıtanın hiç görmediği kadar geniş kapsamlı ve kanlıydı. Bilhassa yeni teknolojinin ürünü olan silahların kullanımı, ölümleri zirveye taşıdı. İki dünya savaşında da onlarca milyon insan öldü.
Yeni dünya sistemi ve unsurları
Bu iki savaştan ilki bilhassa eski ve yeni dünya düzenleri arasındaki çizgiyi teşkil etmektedir. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından genelde imparatorluklar, özellikle eski dünyadan kalan ve "uzlaşılamaz" görülen güç odakları tasfiye edilmiştir. Osmanlı hilafeti de bu savaşla dağıtılmış ve Batılıların "Şark Meselesi" ve "Şark Sorunu" olarak adlandırdıkları, 1700'lerden beri süregelen "sorun" da halledilmiştir. Ve uzun yıllardır arzulanan, çeşitli konferans ve eserlerle temeli atılan küresel düzen, ilk kez bu savaş sonrasında net bir noktaya erişmiştir. 1800'lerde "Avrupa Uyumu" yahut "Uluslararası Viyana Düzeni" denilen, Napolyon Savaşları sonrası kurulan ve Birinci Dünya Savaşı ile bozulan düzen, böylece kurumlaştırılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı ile sekteye uğrayan bu düzen, Birleşmiş Milletler'in 1945 yılında kurulmasıyla artık nihai halini almıştır. Bugün dünya, askeri ve siyasi ağırlık merkezini ABD'nin oluşturduğu bu sistem etrafında şekillenmektedir. Kimilerince yeni dünya düzeni olarak adlandırılan bu düzen, çeşitli güç odaklarının ittifakı temelleri üzerinde yükselmiştir.
Bu güçler, Birleşmiş Milletler'in ana omurgasını oluşturan ve diğer güç odaklarını himaye eden beş ana güç altında kümelenmiştir: ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin. Özellikle Rusya'nın Çarlık döneminden gelen gücünü Sovyetler Birliği ile yeni dünyaya taşıması ve Çin İmparatorluğu'nun Komünist devrimle beraber benzer bir aktarım yapabilmesi, bu iki devleti de yeni dünya düzeninin içerisindeki unsurlar kılmıştır.
Bu temel güç odağı olan devletlerin şemsiyesi altında genel olarak şu unsurların varlığından söz edilebilir:
- Kıta Avrupası'nda Rönesans, Reform, Sanayii Devrimi, Coğrafi Keşifler, Napolyon Savaşları gibi süreçler sonrasında ortaya çıkan sosyal düzende neşet eden zengin şahıslar ve aileler
- Anglosakson soyluları ve bu medeniyetin uzantıları
- 18'inci yüzyıl öncesinden gelen gücünü korumaya çalışan İngiliz ve Fransız devlet teşkilatlanmaları, irtibatlı şahıs ve kurumlar
- Yine aynı dönemlerde güç kazanan ve Siyonist kongreleriyle gerçek bir güç odağı halini alan Yahudi tüccar ve siyasiler
- Bunlarla bağlantılı olarak kurulan İsrail, ki İsrail Orta Doğu'da söz konusu düzenin varlığını sağlayan temel güçtür
- Amerika Kıtası'nda, ABD devletinin kuruluşuna giden dönemde ortaya çıkan yeni düzenin unsurları
- Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerdeki merkezi rejimler ve bunların çevresinde kümelenen siyasiler-aileler-sosyal çevreler
- İlk yazıda belirttiğimiz işgal edilen İslam coğrafyasında Batılılarca kurulan kukla rejimler, bunların çevresinde kümelenen siyasiler-aileler-sosyal çevreler-din adamları
- Dünya sistemini var eden düşünce yapısı doğrultusunda hareket eden etki ajanları, sosyal gruplar, etnik-ideolojik hareketler, "insan hakları" kurumları
- Yukarıda zikredilen tüm bu çevrelere mensup olan yahut bunlardan faydalanan zenginler, yatırımcılar, siyasiler, vesaire.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, tüm bu güçlerin dünya hakimiyetini savaş yaşanmayacak şekilde pay ettiği bir düzlem teşkil edilmiştir. Zaman zaman, örneğin Soğuk Savaş döneminde bu düzen riske girse de, genel hatlarıyla korunmuştur.
Cihadi muhalefetin fikri temelleri
Cihadi fikri muhalefet, işte bu sistemin ilkelerine ve temellerine karşı bir oluşum süreci geçirmiştir. İlk olarak, bu dünya sisteminin unsurlarından biri olan "kukla rejimlere" karşı muhalefet düşüncesini temel edinen cihadi hareketler, ardından dünya sistemini tanıdıkça ve kitle iletişim araçları geliştikçe, söz konusu muhalefeti fikriyatın esaslarından biri haline getirmiştir. Bilhassa bugün "Haçlı-Yahudi nizamı" olarak özetlenen ve tenkit edilen sistem, cihadi düşünce tarafından, İslam aleminin içerisinde bulunduğu durumun müsebbibi olarak nitelenmektedir.
Yazı dizimizin bu bölümünü, cihadi düşüncenin mevcut sisteme yönelik suçlamalarının-muhalefetinin temellerini kısaca izah ederek noktalayalım:
- İslam aleminde kukla yönetimler kurarak halkların iradesinin tezahürünü engellemek.
- Müslümanların İslam şeriatına göre yaşamasına ve hilafeti tesis etmesine, dünya sisteminin ayakta kalması için karşı durmak.
- İslam ülkelerinin zenginliklerini yağmalamak, böylece halkın yoksulluğuna yol açmak. Bu zenginliklerle, kurdukları kukla rejimleri desteklemek.
- İslam ülkelerindeki halkları ve dünyadaki diğer halkları askeri işgal altında tutmak. Bunları "dünya sisteminin değerleri" kisvesi altında hazcılık ve dini inkar pozisyonuna sokacak eğitim, kültür ve medya ortamları oluşturmak.
- İsrail'i kurmak, desteklemek ve yaşatmak. Başta İsrail olmak üzere Müslümanlara karşı savaş halindeki ülkelere destek olmak.
- Kafkasya, Doğu Türkistan, Keşmir gibi bölgelerdeki Müslümanlara yönelik zulme, kendi aralarında ihtilaf olmasına rağmen Batı ve Avrasya dünyası arasında bir köprü kurarak destek olmak.
- "Kendi kaderini tayin hakkı" ilkesine rağmen Müslümanların bağımsız devletler kurmalarını engellemek. Ancak Güney Sudan ve Doğu Timor örneğinde olduğu gibi, söz konusu Hıristiyanlar olunca buna yardımcı olmak.
- BM'ye üye Müslüman ülkeleri İsrail'le iyi ilişkiler geliştirmeye zorlamak. Ve işgal altındaki diğer Müslümanlarla dayanışmalarına mani olmak.
- Eşcinsel hareketler başta olmak üzere çeşitli yapıları ve İslam'a hakaret edenleri "ifade ve inanç hürriyeti" kisvesi altında desteklemek, bunların İslam toplumlarındaki faaliyetlerine fon sağlamak.
- Müslümanların kendilerini koruyabilmesi için siyasi ve askeri örgütlenmelere gitmelerine yasak getirmek. Ancak Müslümanlarla savaşan ülke ve rejimlere askeri destek sağlamak.
- Tüm dünyadaki zayıf ülkeleri ve halkları, dünyanın önde gelen güçleri için kullanmak. Dünyanın yüzde 99'luk kesimini yüzde 1'lik kesimine köle haline getirmek.
Bu itirazlar uzatılabilecek olsa da, bizler şimdilik bu maddelerle iktifa edeceğiz.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.