Cihadi harekete bir bakış - 6: Hilafetin ilgasından sonra yeniden doğuş süreci
Hilafetin ilgasının, tüm dünyanın ve bilhassa İslam aleminin içerisine girmiş olduğu "modern" dönemin en bariz neticelerinden biri olarak ortaya çıkışından yazı dizimizin üçüncü bölümünde bahsetmiştik.
Bir bakıma hilafetin ilgasının 20'nci yüzyıl ve sonrasında İslam alemine, peşinden koşulacak ana hedefi gösterdiğini de söylemek gerekir. Hilafetin yeniden ihyası, İslam alemi için ana slogan haline gelmiş, esasında sadece bu müessesenin diriltilmesinden öteye geçen, yeniden dirilişi ifade eden bir anlayışa bürünmüştür.
Hilafetin ihyası fikri, Müslümanların ferden öze dönmesi, toplumları ıslah etmesi, düşmanlarını mağlup etmesi ve İslam alemini bir gücün çevresine odaklayacak bir vahdet ortamını sağlaması şeklinde sistemleştirilebilir.
Bu doğrultuda Müslüman kitleler bu düşüncenin ardı sıra bir araya gelerek bir yeniden doğuş sürecinin fitilini ateşlemiştir. Mısır'dan Hindistan'a dek çeşitli hareket ve ekollerin eylemlerinde tezahür eden, modernitenin seküler anlayış ve sistemine bir itirazdır. Bu itiraz, zaman içerisinde idealize ettiği yöntem ve zemine oturana kadar birçok aşamadan geçen bir hareket halini almıştır.
Ortak bir emeğin ürünü
Şüphesiz söz konusu hareketlerin arasında bugün kimsenin isimlerini hatta var olduklarını dahi bilmediği birçok yapı bulunmaktadır. Somali gibi Türkiye gibi Cezayir gibi bölgelerde oldukça lokal bir zeminde var olmalarına rağmen, ilerleyen yıllarda cihadi hareket için önemli grup ve şahıslara zemin hazırlayacak birçok oluşum mevcuttur. Örneğin Somali'de 1960'larda ortaya çıkan Vahda eş Şebab el İslami, Cemaat Ehlu'l İslami, Munazamat Nahdatu'l İslamiyye gibi yapılar, ilerleyen yıllarda İslami Mahkemeler Birliği ve Eş Şebab gibi grupları doğurmuştur.
Esasında bu durum, günümüzde çeşitli uzman ve analistlerce cihadi akımın kategorize edilmesine dair girişimlerin ne kadar zor, hatta kısmen imkansız olduğunu ortaya koymaktadır. Zira cihadi akım belirli zümrelerce dar zeminlerde teşkil edilen, tarihi satır satır kaydedilen bir akım değildir. Bundan ziyade birçok farklı şahsın, grubun, İslami ilim halkasının, mescidin, vakfın, caminin, sokağın, meydanların emek ve çabalarının birleşimi niteliğindedir. Bu açıdan cihadi akımı, İslam aleminde çeşitli mezhep ve meşreplere mensup kesimlerin, hilafetin ilgası sonrasındaki ortak çabalarının bir sonucu olarak okumak daha doğru olacaktır.
Hilafetin ilgası sonrasında İslami hareketler bazı coğrafyalarda müstakil yapılar, bazı coğrafyalarda ise çeşitli grupların içerisindeki hizipler olarak etkinlik göstermeye başlamışlardır. Özellikle hakim rejimlerin baskısının yoğun olduğu ülkelerde İslami hareketlerin milliyetçi kesimler ile kısmi bir ittifak içerisine girdiği de vakidir. Yine belirli bölgelerde siyasi partilerin, ilmi yapıların, medrese halkalarının içerisine entegre bir halde hareket etmişlerdir.
Bu durumu çağın gerekliliklerinin yanı sıra, İslami kesimlerdeki siyasi ve ilmi bilinç düzeyi ile de açıklamak mümkündür. Bu süreçlerde İslami hareketlerin farklı ekolleri iç içe bir yapıdadır ki bu yapıyı Mısır ve Türkiye gibi bölgelerde yakinen görmek de mümkündür. Ayrışma ancak İslami hareketin gücünün arttığı, yöntem farklarının önemli hale geldiği ve İslami yaklaşımlar arasındaki farkların belirginleştiği ilerleyen yıllarda yaşanacaktır. Örneğin bu dönemde İslami hareketin içerisinde cihadi eğilimlere sahip kesimler Mısır'daki Müslüman Kardeşler (İhvan) ve Türkiye'deki Milli Görüş hareketi gibi yapılar içerisinde de bulunmaktaydı. Ayrışma ise ancak ilerleyen yıllardaki gelişmeler neticesinde gerçekleşecekti.
İhvan, Cemaat-i İslami ve Diyobend
Bu dönemin en bariz yapıları arasında, Hasan el Benna tarafından kurulan Mısır merkezli Müslüman Kardeşler'i göstermek yanlış olmaz. Öyle ki İhvan, bünyesine topladığı şahıs ve irili ufaklı oluşumlarla, ayrıca oluşturduğu İslami çalışma ortamıyla ciddi bir atmosferin oluşumuna zemin hazırlamıştır. İlerleyen yıllarda her ne kadar İhvan ile cihadi akım tamamen ayrışsa da, özellikle hilafetin ilgası sonrasında oluşturduğu İslami çalışma ortamı birçok farklı düşüncenin güç kazanmasına zemin hazırlamıştır. Bilhassa ileride önemine değineceğimiz Seyyid Kutub gibi şahsiyetler de bu hareketin bünyesi içerisinden çıkmış ve cihadi akıma çok ciddi katkılar sağlamışlardır.
İhvan ile beraber, hilafetin ilgası sürecinde en yaygın ve en etkin olan hareketler arasında Ebu'l Ala el Mevdudi tarafından kurulan Cemaat-i İslami büyük bir rol oynamıştır. Bu yapı da ilerleyen süreçte İhvan'a benzer bir şekilde daha siyasi bir yol izleyip cihadi düşünceyle arasında mesafe bıraksa da, özellikle 1980'lere kadar bölgesinde İslami uyanış için ciddi bir atmosfer oluşturmuştur.
Bu doğrultuda bir diğer örnek olarak Hint Altkıtası'ndaki Diyobendi ilmi geleneği göstermek mümkündür. Bu ilmi gelenek İran Belucistanı'ndan Bangladeş'e kadar uzanan geniş bir coğrafyada alan bulmuş, ağırlıklı bir ilmi anlayış ortaya koymuştur. Her ne kadar Diyobendi ekolün siyasi ağırlığı İhvan ve Cemaat-i İslami kadar güçlü olmasa da arz ettiği büyük bir ehemmiyet vardır. O da etkin olduğu bölgelerde klasik İslami anlayışı ve yine klasik cihadi tasavvuru koruması, bu paralelde modernitenin seküler düşüncesini uzakta tutmasıdır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu dönemde ortaya çıkan hareket, yapı ve şahsiyetleri teker teker ele almak oldukça zordur. Endonezya, Filipinler gibi Güneydoğu Asya ülkelerinden Suriye ve Mısır gibi Arap dünyasının önemli ülkelerine, Pakistan gibi İslami kimlik temelinde kurulan bir ülkeden Türkiye gibi daha seküler ülkelere dek binlerce farklı ismi zikretmek mümkündür. Tüm bu yapılar, 1960'ların ortalarına dek henüz bir şaşkınlık ve emekleme döneminden geçmektedir. Bazı bölgelerde Batı tarafından kurulan rejimlere karşı silahlı ayaklanmalar olsa da bunlar çağdaş cihadi akımın düşüncesinden ziyade biraz daha tepkisel ve olgunlaşmamış girişimler olarak kalmıştır. Bu ayaklanmalar geriye kısmi miraslar bıraksa da örneğin Mısır ve Afganistan'daki silahlı kalkışmalar gibi eylemsel bir kültürü miras bırakmamışlardır. Yine de hilafetin ilgası sonrasındaki bu dönemde ortaya çıkan sayısız şahıs ve yapı, İslam alemi için yeni bir dönemin başladığının net bir göstergesidir.
Yeni bir dönem için hazırlık yapan ve henüz öğrencilik aşamasında olan bu kesimler için bu dönem, öğrenme ve fırsatları bekleme dönemidir. Beklenen fırsat, rejimlerin meşruiyetinin sorgulanacağı ve İslam aleminde dengelerin değişeceği yıllarda ele geçecektir. Bilhassa İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa'ya yıkıcı etkisi ve 1956 Süveyş Krizi gibi olayların Ortadoğu'daki Avrupa etkisini kırması yeni döneme işaret edecektir.
Sovyetler Birliği'nin (SSCB) güç kazandığı dönemde ABD-SSCB arasındaki fay hatları ve oluşan güç boşlukları İslami hareketler için ciddi bir fırsat daha sunacaktır. İslam alemindeki rejimlerin arada kalması, meşruiyet ve güç krizleri, nihayetinde ortaya çıkan çatışma ortamları, cihadi akımı ilk önderlerin çıktığı ve fikri temellerin atılmaya başlandığı çağa taşıyacaktır.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.