Lorenzo Kamel

Lorenzo Kamel

İsrail'in Gazze'deki B planı ne?

İsrail'in Gazze'deki B planı ne?

İsrailli yetkililerin Hamas'ın düzenlediği ve çoğu İsrailli sivil olmak üzere yaklaşık 1.200 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıya karşılık olarak Gazze'ye savaş açmasının üzerinden iki aydan fazla bir süre geçti. İsrail'in aralıksız bombardımanı ve kara saldırıları tüm mahalleleri dümdüz etti ve üçte birinden fazlası çocuk olmak üzere 20 bine yakın Filistinlinin ölümüne neden oldu.

İsrail saldırısının ilan edilen hedefi Hamas'ın bölgeden "kökünün kazınması" olsa da, bunun başarılabilirliği yabancı yetkililer ve analistler tarafından giderek daha fazla sorgulanır hale geldi. Bunun yerine, Gazze'de yaratılan büyük ölçekli yıkım ve iç yazışmalar, İsrailli yetkililerin başka bir amacın peşinde olabileceğine işaret ediyor.

İsrail İstihbarat Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Ekim ayı sonunda İsrail basınına sızdırılan bir belge, Gazze'de yaşayan 2.3 milyon Filistinlinin Mısır'ın Sina Yarımadası'na zorla ve kalıcı olarak nakledilmesini öngörüyordu.

Belgenin, İsrail askerlerinin ve yerleşimcilerin çekilmesinden 18 yıl sonra Gazze Şeridi'ni yeniden kolonileştirmeyi amaçlayan "The Unit for Settlement - Gaza Strip" adlı bir kuruluş için hazırlandığı bildirildi.

Yine de 1948'de yaşamıyoruz. Bugün, 75 yıl önce Filistin nüfusunun büyük bir kısmının İsrail milisleri tarafından vatanlarından sürülmesi sırasında yapıldığı şekilde şehirleri ve köyleri yok etmek çok daha zor. O zamanlar, diğer şeylerin yanı sıra, medyanın erişiminin şimdikinden çok daha az kapsamlı olduğu bir dönemdi. Bu nedenle İsrailli yetkililer "B planı" olarak adlandırabileceğimiz bir yönteme başvurdular: Yani on binlerce ton bomba atarak Gazze Şeridi'ni yaşanmaz hale getirmek.

Yeni strateji, okullar, üniversiteler, hastaneler, fırınlar, dükkanlar, tarım arazileri ve seralar, su istasyonları, kanalizasyon sistemleri, elektrik santralleri, güneş panelleri ve jeneratörler dahil olmak üzere Gazze'deki yaşamı destekleyen sivil altyapıyı hedef alarak uygulanıyor.

Bu faaliyetler Gazze'ye yönelik tam bir kuşatmaya paralel olarak yürütülmekte olup gıda, su, elektrik ve ilaç kesilmiş durumda. İsrail ordusu günde birkaç kamyonun girişine izin veriyor ki insani yardım örgütleri bunun, 1.8 milyonu ülke içinde yerinden edilmiş olan Filistinli nüfusun ihtiyaçlarının hiçbirini karşılamadığını söylüyor.

Bu durum, "insani felaket", "mezarlık" ve "cehennem" olarak adlandırılan bir duruma yol açtı. Gazze'deki Filistinliler ölümün eşiğine itilirken, yaygın salgın hastalıklar bazıları tarafından arzu edilen bir hedef olarak algılanıyor. İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi eski başkanı Giora Eiland'ın söylediği gibi: "Gazze Şeridi'nin güneyinde ciddi salgın hastalıklar zaferi yakınlaştıracaktır."

Gazze Şeridi yaşanmaz hale getirildikten ve halkın "gönüllü olarak" bölgeyi terk etmekten başka seçeneği kalmadıktan sonra atılacak bir sonraki adım, başta Mısır olmak üzere komşu ülkelerin bu insanları "almaya" hazır olmalarını sağlamak. Bu husus, aralarında ulusal istihbarat teşkilatı Mossad'ın eski başkan yardımcısı Ram Ben Barak'ın da bulunduğu İsrail'in önde gelen isimleri tarafından açıkça ifade edildi.

Ben Barak İbranice attığı bir tweette "ayrılmak isteyen Gazzelilerin vatandaşlık alarak bu ülkelere alınmasını sağlayacak devletler ve uluslararası fonlardan oluşan bir koalisyon kurulması" gerektiğini belirtti.

12 Kasım 1914'te ABD Başkanı Woodrow Wilson, ırk eşitliği savunucusu William Monroe Trotter'a "Ayrımcılık aşağılayıcı değil, faydalıdır ve siz beyefendiler tarafından da böyle görülmelidir" diye yazmıştı. 100 yıldan daha uzun bir süre sonra, İsrail'in ayrımcılıktan ziyade etnik temizlikle ilgili planı da benzer terimlerle sunuluyor. Ben Barak'ın sözleriyle sınır dışı etme, "[Gazze sakinlerinin] kendilerini canlı kalkan olarak kullanan Hamas'ın korku saltanatından kurtulmaları için bir fırsat."

Elbette ironik olan, Filistinli sivillerin bizzat İsrail ordusu tarafından sık sık "canlı kalkan" olarak kullanılması. Ancak bunun da ötesinde, bu "hayırsever" yaklaşımda "gönüllü" ayrılmaya yapılan vurgunun yanı sıra, Filistinlilerin aslında sadece Arap oldukları ve bu nedenle diğer Arap ülkelerine kolayca taşınabilecekleri iddialarıyla zorunlu yeniden yerleştirme uluslararası toplum için daha kabul edilebilir hale getiriliyor.

İsrail, 1948'den sonra sınırları içinde kalmayı başaran 156 bin Filistinliyi (ve onların soyundan gelenleri) uzun zamandır "Arap" olarak adlandırıyor ve Filistinli kimliklerini inkar ediyor. Başbakan Binyamin Netanyahu'nun bir keresinde iddia ettiği gibi, "[İsrail'in] Arap vatandaşlarının 22 ulus devleti var. Başka bir tanesine ihtiyaçları yok."

Burada Cebelitarık Boğazı'ndan Hürmüz Boğazı'na kadar olan bölgedeki yerel halktan "Araplar" olarak bahsetmenin, Güney Afrika, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, İrlanda ve İngiltere'den gelen insanlara, kökenleri ne olursa olsun, "İngilizler" demek gibi bir şey olduğunu vurgulamak önemlidir. Dili paylaşıyorlar ama çok net bir şekilde kendilerine özgü tarihleri, gelenekleri ve kimlikleri var.

1000 yıldan daha uzun bir süre önce Kudüslü coğrafyacı el-Mukaddasi (946-1000) kendisini bir Filistinli olarak algıladığını açık bir şekilde ifade etmiştir: "Onlara [Şiraz'daki işçilere] Filistin'deki inşaattan bahsettim ve onlarla bu konuları tartıştım. Taş ustası bana sordu: Sen Mısırlı mısın? Ben de cevap verdim: Hayır, ben Filistinliyim."

Yüzyıllar sonra, 3 Eylül 1921'de Arapça yayınlanan Falastin gazetesinde yayınlanan bir başyazı buna işaret ediyordu: "Biz önce Filistinliyiz, sonra Arap."

Bunlar, "Filistinli" ifadesinin açıkça bir kimlik işareti olarak kullanıldığı yazılı kaynaklardan sadece iki örnektir.

Batı Şeria'nın Ürdün tarafından işgal edildiği yıllara (1948-1967) bakarsak, Filistinlilerin sadece "Arap" olmadıkları daha da belirginleşir. Bu, o dönemde yerel halkın, en çok da El Fetih savaşçılarının karşı çıktığı, Kral Hüseyin'in kendisini sıkıyönetim uygulamak zorunda hissettiği bir işgaldi.

Aynı dönemde Mısır'ın kontrolü altında olan Gazze'de Filistinliler sert baskılarla karşılaştı, vatandaşlıktan mahrum bırakıldı ve yerel yönetim üzerinde çok az kontrole sahip oldu. Çoğu, İsrail milisleri tarafından Gazze Şeridi çevresindeki Huc, Necd, Ebu Sitta, Mecdal, Cura, Yibna ve Beyt Daras gibi köylerden kovulduktan sonra, büyük ölçüde mülteci kamplarında çok kötü koşullarda yaşıyordu. Özellikle bu son üç köy, Hamas'ın üç kurucusunun -Ahmed Yasin, Abdulaziz Rantisi ve İbrahim El Yazuri- çocukken aileleriyle birlikte sürüldükleri köylerdi.

Bugün sadece Filistinliler Gazze'den ve muhtemelen Batı Şeria'dan toplu olarak sürülmelerine karşı mücadele etmekle kalmıyor, İsrail'in onlara ev sahipliği yapmaları için baskı yaptığı komşu ülkeler de şiddetle direniyor.

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es Sisi "Filistinlilerin topraklarından sürülmesini" defalarca ve açıkça reddetti. O da selefleri gibi Filistinlileri bir güvenlik riski olarak görüyor. Sina'ya sürülmeleri halinde yarımadanın Filistinli savaşçılar için bir operasyon üssü haline geleceğinden ve bunun da Mısır'ı yeni bir savaşa sürükleyebileceğinden korkuyor.

Ürdün de Filistinlilerin Batı Şeria'dan kendi topraklarına sürülmesinden endişe duyuyor ve Kral Abdullah ile hükümeti buna karşı olduklarını açıkça ifade ettiler. Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi'nin de belirttiği gibi: "Siz [İsrailli yetkililer] ne istiyorsanız onu yapın. Gidin, Gazze'yi yok edin. Kimse sizi durdurmayacak ve işiniz bittiğinde biz sizin pisliğinizi temizlemeyeceğiz."

İsrail'in "B Planı"nı hayata geçirme kabiliyeti gerçekten de tartışmalı. 1950 yılında Birleşmiş Milletler binlerce Filistinlinin Gazze Şeridi'nden Sina Yarımadası'na yerleştirilmesini önermişti. Bu öneri mültecilerin sert direnişiyle karşılaşmış ve sonunda bundan vazgeçilmişti. Bugün bu direniş her zamankinden daha şiddetli. Filistinliler "geçici"nin ne anlama geldiğini -kendileri için "geri dönüş hakkı" olmadığını- biliyor ve topraklarında kalmak istiyorlar.


Al Jazeera'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 1858 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Lorenzo Kamel Arşivi