Küresel sistemin Suriye'deki yeni planı ne?
"Kafirler isterler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gaflet edesiniz de üzerinize ani bir baskın yapsınlar." (Nisa Suresi, 102)
Suriye'de Beşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından yeni bir sürece geçilmiş durumda. Bu sürecin neler getireceği konusunda birçok Müslümanın kaygıları, şüpheleri, endişeleri bulunuyor. Bunların bir kısmı meşru olmayan, asılsız vesveseler olsa da, bir kısmının samimiyetten ve İslami kaygılardan kaynaklanan meşru şüpheler olduğu açık.
Gerçek şu ki Müslümanların en büyük arzusu, en büyük kaygısı Suriye'de şer'i ahkamı tatbik eden, İslami, güçlü, merkezi ve bağımsız bir devletin kurulabilmesi. Bağımsızlık konusu tüm bunların merkezinde yer alıyor, zira küresel sistemden bağımsız bir şekilde hareket etme ve karar alma gibi bir imkanı bulunmayan bir devletin şer'i ahkamı tatbik etmesi yahut İslami olması da gerçek anlamda söz konusu olmayacaktır.
Bu doğrultuda, Suriye bağımsız ve İslami bir devlet kurulmasını istemeyen birçok taraf olduğunu görebiliyoruz ki bu tarafların başında, liderliğini ABD'nin yaptığı Batı bloku, yani küresel sistemin sahipleri geliyor. Bunların isteği, Suriye'de kendilerine bağlı bir rejimin yıkıldıktan sonra yine kendilerine bağlı bir rejimin kurulması ki sistemleri ve planları sekteye uğramasın.
Askeri ve iktisadi gücünü ABD'nin, siyasi aklını ABD ve İngiltere'nin, maddi gücünü ise ABD ve Siyonistlerin oluşturduğu bu sistem, kendisini güvenceye alabilmek için Suriye de dahil olmak üzere yeryüzünde hiçbir sistem karşıtı gücün egemen olmasını istemiyor. Bilhassa İslam'ın. Zira İslam, mevcut küresel sistemi tamamen yok edebilecek bir zihniyet temeline halen sahip olan uygulanabilir tek düşünce sistemi olarak karşılarında duruyor.
Tam olarak bu noktada, Batı'nın Suriye'ye dair planının ne olduğuna dair bazı izlenimleri paylaşmak gerekiyor.
Batı'nın Suriye planı
Batılı güçler, 2011'de başlayan devrim sürecinden önce Suriye'deki Beşar Esed rejimiyle ilişkilerini sürdürüyordu. Bilhassa Amerikan istihbaratı ile Esed rejimi arasında yakın ilişkiler mevcuttu. 2011 sonrasında da Esed rejimiyle İsrail arasındaki ilişkiler ve bilgi paylaşımı devam etti ki bu ilişkileri rejimin ifşa edilen belgelerinde görmek mümkün.
2011 ve sonrasına gelindiğinde Suriye'de net bir yol ayrımı ortaya çıktı. Sahadaki gelişmeler paralelinde tüm bölgesel ve küresel devletler bölgedeki stratejilerini yeniden kurgulamaları gereken bir noktaya geldi.
Bu yol ayrımı, Suriye'de geçmişe dönüşün mümkün olmadığını, artık ülkenin üç temel yoldan birine gireceğini gösteriyordu:
1- Esed rejiminin devrilmesi, küresel sisteme bağlı yeni bir ulusal yönetim tesis edilmesi.
2- Esed rejiminin ayakta kalması veya bir şekilde kendisini reforme ederek yoluna devam etmesi.
3- Esed rejiminin devrilmesi ve İslami-cihadi güçlerin iktidara gelmesi.
Batılı güçlerin pozisyonu her zaman birinci ve ikinci seçenek arasında oldu. Esed rejiminin artık ayakta duramayacağının anlaşılması üzerine Batılı ülkeler rejimin reforme edilebileceği düşüncesini de tamamen terk ederek yeni bir rejimin kurulması gerektiği fikrinde birleştiler. Zira Esed rejiminin varlığını sürdürmesi artık imkansız hale gelmişti. Rejim ancak Rusya ve İran desteğiyle hayatta kalabiliyordu, bölgede Batılı küresel sistem adına Suriye'yi yönetecek bir istikrar unsuru olma kabiliyetini kaybetmişti. 1960'lardan bu yana sürdürdüğü bu rolü oynayacak bir gücü kalmamıştı.
Bu sebeple rejim bir şekilde reforme edilmez veya değiştirilmezse ülkede daha "radikal" daha İslami ve cihadi bir değişim yaşanacak, küresel sistem zora düşecek ve İsrail'in sınırlarında bir cihadi devlet kurulacaktı. Bu sebeple Batılı güçler uzun süre boyunca aynı görüşü sürdürdüler. Esed rejiminin yeniden güçlenmesi ve Arap rejimleri arasında meşruiyetini tekrar kazanmaya başlaması üzerine ise rejimin devrilmesi yerine yeniden reforme edilmiş bir Suriye düşüncesi çevresinde toplanmaya başladılar. Burada temel düşüncenin daima "küresel sistem için kullanışlı bir Suriye oluşturma" üzerine şekillendiğini göz önüne almak gerekiyor.
2012 yılıyla birlikte Esed rejimi, Batı için bu "kullanışlı Suriye"yi yönetebilecek bir lider olmaktan çıktı. Bunun sebebi Esed'in Batı ve küresel sistem karşıtı olması değildi. Bunun sebebi Esed'in artık Suriye'yi yönetme kapasitesinin kalmaması ve değişimin kesin hale gelmesiydi. Batı, değişimin istemediği bir şekilde gerçekleşmesinden sürekli olarak endişe duyuyordu. Bu yalnızca Suriye'de değil tüm İslam aleminde geçerli bir durumdu.
1960'lardan 2000 yılına kadar Hafız Esed, 2000'den 2012'ye kadar Beşar Esed Batı'nın istediği şekilde Suriye'yi küresel sistem çerçevesinde tuttuğu ve Batılı istihbaratlarla iş birliği içerisinde olduğu için ciddi bir sorun ise yaşanmamıştı.
Sonuç olarak, nihayetinde Batılı güçlerin de Esed rejiminin de istediği olmadı. İslami hareketler rejimi devirmeye muvaffak oldular, böylece hem Batılıların hem de rejimin korktuğu şey başlarına geldi.
Bunun ardından devrim sonrasındaki sürece geçelim.
Sert değil yumuşak güçle dönüştürmek
İster kadro hareketi olarak isterse halk hareketi olarak örgütlenmiş olsunlar, İslami hareketler, hilafetin düşüşünden bu yana daima küresel sistemin ve onun yerel iş birlikçilerinin saldırılarının hedefinde oldu. Başını ABD, İngiltere, Rusya, Fransa, İsrail gibi tarafların çektiği güçler sürekli olarak İslami hareketlerin kazanımlarını ellerinden almak ve onları yok etmek için hamlelerde bulundu. Bu hamleler genel olarak geniş çaplı askeri hamleler olarak kendini gösterdi.
Her ne kadar bu güçler İslami hareketlere karşı istihbari, sosyal, kültürel ve siyasi hamlelerde de bulunsa da, genel olarak bu tür hamlelerin temelinde hep askeri adımlar yatıyordu. Askeri güç, küresel sistemin kendisine karşı çıkan İslami hareketleri ezmeye yönelik ilk tercihi oldu.
Ancak zaman içerisinde İslami hareketler birçok coğrafyadaki akıllı siyasi ve sosyal hamleleriyle kendilerini askeri hamlelerle saf dışı bırakılamayacak kadar güçlü ve etkili bir pozisyona getirmeyi başardılar. Bu durumda ayrıca küresel sistemin zaman içerisinde her istediğini askeri olarak yapabilecek gücü ve imkanı kaybetmesi de büyük bir rol oynadı.
Bu paralelde Afganistan, Irak, Somali, Mali, Mısır gibi birçok coğrafyada, İslami hareketlerin askeri olarak mağlup edilemediğini müşahede ettik. Günümüzde birçok İslami hareketin bu şekilde askeri olarak mağlup edilemeyecek olduğu gerçeği artık Batılı güçler tarafından da kabul edilmekte olan bir hakikattir.
Bu hakikatin ifade ettiği anlamlardan biri de şudur: Küresel sistem, İslami hareketleri yok etmek için askeri gücünü kullanamayacağı şartlarda artık diğer silahlarını kullanacaktır. Siyasi, sosyal, kültürel, diplomatik, iktisadi...
Suriye'de Beşar Esed'in 8 Aralık günü devrilmesinin ardından birçok dış gücün başkent Şam'daki yeni yönetimle ve bu yönetimin fiili lideri Ebu Muhammed el Cevlani (Ahmed Şara) ile görüşmek için adeta yarıştığına tanık olduk. Birçok istihbaratçı, dışişleri temsilcisi, diplomat, kanaat önderi, gazeteci Şam'a akın etti. Birçok ülke Şam'daki elçiliklerini açtı. Yeni yönetime dair olumlu mesajlar verdi. Cevlani ile görüştü.
Çok değil daha birkaç sene önce öldürmek, tutuklamak veya bölgeden çıkarmak için birbirleriyle yarıştıkları Cevlani ile...
Bu durumu, mahallenin en büyük konağına yeni taşınan güçlü bir ailenin babasıyla tanışmak üzere mahalledeki tüm komşuların akın etmesi gibi bir durumla kıyaslayabiliriz. Bu ziyaretlerin çeşitli amaçları var. Bu kimseyi tanımak, niyetlerini öğrenmek, yaklaşımlarını tartmak, fayda mı zarar mı getireceğini anlamak, onunla ilişki kurmak, onu mahalleyi kendi gücüyle domine etmekten alıkoyarak mahallenin bir parçası olmaya ikna etmek...
Diplomatik temaslar
Açıkçası, Suriye'ye yoğun ziyaretler yapıldığı ve diplomatik ilişkiler kurulduğu açık ve bunun temelinde şunlar yatıyor:
- Suriye'deki yeni yönetime "sizi dışlamıyoruz, bizden biri olabilirsiniz" mesajı vermek. Böylece yeni yönetime, İslami ve siyasi açıdan belirli tavizler vermesi şartıyla küresel sisteme entegre olma kapısını açmak. Yeni yönetimin bu kapıdan kendi rızasıyla geçmesini beklemek.
- İçerisinde farklı kesimler ve farklı düşüncede güçler barındıran yeni yönetimin bazı kesimleriyle ilişki kurma fırsatı yakalamak. Böylece küresel güçler Suriye'de "ılımlı" olarak gördükleri yapılarla daha yakın temas kurarak onlar eliyle "radikal" yapıları bertaraf etmeyi amaçlayacaktır. Bu şekilde yine küresel sisteme bağlanmakla bir problemi olmayan bir ülke ortaya çıkabilir.
- Yeni yönetime konfor ve dönüşüm kapısını açmak. Tarih boyunca devrim/dönüşüm/ıslahat hareketlerinde yer alan insanların önemli bir bölümü ideolojik sebeplerle değil sosyal şartların yol açtığı daha şahsi gerekçelerle bu hareketlere dahil olmuştur. Kimisi siyasi güç kazanmak, kimi maddi şartlarını iyileştirmek, kimi yönetimde söz sahibi olmak, kimi sosyal statü atlamak, kimi daha rahat bir yaşam sürmek için. Şüphe yok ki Suriye de bunun istisnası değil. Bu doğrultuda dış güçler Suriye'deki devrimciler içerisinden ideolojik-İslami amaçlarını bırakacak ve "Esed'siz bir Suriye" ile yetinecek kimseleri bulup güçlendirmek, onlara bu kapıyı açmak isteyecektir.
Elbette bu noktada herkesin kendisine şu soruyu sorması gerekir: Yola neden çıkıldı? Zalim bir beşeri sistemi daha az zalim bir beşeri sistemle değiştirmek için mi? Küresel sisteme bağlı bir yönetimi küresel sisteme bağlı bir yönetimle değiştirmek için mi? Bu soruya verilecek yanıtlar önemlidir.
Elbette her süreç derece derece ilerler ve şu aşamada, Esed devrilir devrilmez her açıdan mükemmel ve bağımsız bir sistem kurulması imkansızdır. Fakat hedefte ne olduğu düşüncesini iyi belirlemek ve ilkelerde sağlam bir duruşa sahip olmak önemlidir.
Aynı diplomatik tempoyu, benzer şekilde bir İslami hareket Afganistan'ı kontrol altına aldığında tam olarak olmasa da kısmen görmüştük. Başlangıçta yoğun olan ziyaretler zamanla azaldı ve Afganistan uluslararası toplumdan izole edilmeye çalışıldı. Bunun nedeni Afganistan'daki yönetimlerin istenen tavizleri kabul etmemesi ve kendi yolunda yürümeye devam etmesiydi.
Ancak Suriye sahip olduğu stratejik konum ve ayrıca İsrail'e sınır olması sebebiyle Afganistan kadar kolay terk edilmeyecektir. Küresel güçler uzun bir süre daha Suriye'yi istedikleri hizaya çekmek ve küresel sisteme entegre etmek için uğraşacaktır. Bunun mümkün olmaması halinde askeri ve iktisadi baskılar devreye alınacaktır.
Hiç şüphe yok ki Beşar Esed rejiminin devrilmesi büyük bir adım. Bu adım, İslam beldelerinin işgal edildiği 1800'lerin sonlarından bu yana ilk kez küresel sisteme entegre bir rejimin tamamen yok edilmesi anlamını taşıyor. Kanaatimce Suriye bir daha bu kadar iğrenç, bu kadar aşağı ve bu kadar küfri biz pozisyona düşmeyecektir. Devrimden sonra ne gelirse gelsin Müslümanlar için yol açıktır.
Ancak Batı'nın, daha doğrusu küresel sistemin Suriye'ye ilişkin planları hususunda çok dikkat etmek gerekir. Halihazırda Suriye'deki geçiş yönetimini organize eden İslami hareketlerin düşüncesinin evvela güç kazanmak, dünya ile sorunlu ilişkilere sahip olmamak, enkaz halindeki bir ülkeyi ayağa kaldırmak olduğu açıktır ve bunda bir beis de yoktur. Elbette kimse Suriye'nin bir haftada İslami yönetim tesis etmesini, küresel sistemden tamamen bağımsız olabilmesini, İsrail'e savaş açmasını beklemiyor. Bunlar şüphesiz adım adım yapılabilecek işlerdir. Beklenen yalnızca tuzaklar karşısında dikkatli olunması, kafirler ve küresel sistem karşısında tedbir ve emniyet amacıyla atılan "imaj" adımlarının kalıcı bir psikoloji haline gelmemesi, şeriatın müsaade ettikleri haricinde tavizlerin verilmemesi ve bu tavizlerin bir karakter haline dönüşmemesidir.
Allah azze ve celle'den niyazımız Suriye'deki kardeşlerimize bağımsız, İslami ve güçlü bir devlet nasip etmesi, 1960'lardan bu yana Allah'ın dini için yaptıkları fedakarlıklar hürmetine onları karanlıklardan aydınlığa çıkarması, Emevi Camii'nde namaz kıldıkları gibi Mescid-i Aksa'da da namaz kılmayı kendilerine nasip etmesidir.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.