"Küreselleşme öldü, demokrasi gerilemeye başladı, sırada ne var?"
Çıkar çıkmaz ses getiren ‘Küreselleşmeden sonra sırada ne var?’ adlı kitabın yazarı ekonomist Michael O’Sullivan’a göre, dünyanın merkezi doğuya kayıyor. Sorunlarla baş edebilmek için IMF, Dünya Bankası, BM gibi kurumların ıslahı da şart.
Elif Merve Dumankaya | Fikir Turu
“Küreselleşme çoktan geride kaldı. Ona veda etmeliyiz ve artık düşünce yapımızı, belirginleşmeye başlamış olan çok kutuplu dünyaya ayarlamalıyız” bu sözler yaz başı piyasaya çıkan “Küreselleşmeden sonra sırada ne var?” adlı kitabın yazarı Princeton Üniversitesi’nin ekonomi profesörlerinden Michael O’Sullivan’a ait.
O’Sullivan, çıkar çıkmaz ses getiren kitabında, ekonomik faaliyetlerin dünyanın doğusuna kaydığını anlatıyor, bildiğimiz anlamda liberal demokrasinin doruk noktasının yaşandığını ve gerilemeye başladığını, oluşmaya başlayan kutupların bazılarında yaşayanların artık bu kavramı önemsemeyebileceğini anlatıyor.
Yazara göre, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi geçtiğimiz yüzyıla ait uluslararası örgütler bu yeni çok kutuplu dünyaya hazır değil. Eğer kendilerini yenilemezlerse, giderek fonksiyonlarını yitirecekler ve bu da dünyanın küreselleşme sonrasıyla baş etmesini epey zorlayacak önemli unsurlardan biri olacak.
Felaket tellallığına gerek var mı?
Küreselleşme sonrasında yaşanması mümkün olan senaryoları inceleyen O’Sullivan felaket tellallığı yapmaya pek meyilli değil:
“Küreselleşme sonrası önümüzde ikiye ayrılan bir yol var. Tehlikeli senaryolardan biri, tıpkı 1913’te ilk küreselleşme dalgasının çöküşünde olduğu gibi bir son yaşamamız. Bu senaryo, dünyanın sonuna yönelik kanlı afet tahminleri yazma fırsatı verdiği için yorumcuların favorisi ama neyse ki, bu gerçekleşmesi düşük ihtimal. Güney Çin Denizi’ndeki muhtemel bir çatışma hakkında heveslice konuşan amirallerden özür dileyerek söylemek isterim, ben Çin ve ABD arasındaki geniş kapsamda bir deniz savaşını ihtimal dışı görüyorum.”
Çok kutuplu dünyanın eksenleri neye göre belirlenecek?
“2018 yılına kadar çok kutupluluğun oluşumuna tanıklık etmekten çok üstüne yazı yazılabilecek teorik bir kavram olduğunu düşünmüştüm,” diyen O’Sullivan, bu durumun hızla değişmeye başladığını ticari gerilimler ve teknolojilerdeki gelişmelerin dünyayı farklı bölgelere ayıran çizgiler haline geldiğini anlatıyor.
Yazara göre, bu yeni dünyada kutup sayılmak için ekonomik, finansal ve jeopolitik açıdan büyük güç olunması yetmiyor, kutupların kendilerine özgü iş tutuş biçimlerine de sahip olmaları gerekiyor.
“Çok kutupluluk, birbirlerinden farklı işleyişe sahip, kendine özgü kümelerin oluşması ve diğerlerinden ayrışması anlamına geliyor. Çok kutupluluk, bu manada farklı yapıların birlikte hareket edebildiği çok yönlülükten ayrılıyor.”
Yazara göre, ekonomik büyüklük bir kutup olmaya yetmiyor. Kutup sayılmak için askeri güç, siyasi ve siber özgürlükler, teknolojik gelişmişlik, kültürel anlamda özgün olma gibi unsurlar da belirleyici ölçütler olacak. Bir ülkenin ya da bölgenin kutup olup olmadığını anlamak için şu kriterlere de bakmak gerekecek:
“GSYİH’sinin büyüklüğü, nüfusunun büyüklüğü, emperyal bir mirasın varlığı, bölgesel ekonomik rolünün büyüklüğü, askeri imkan ve kabiliyeti, gelişmişliği, BM İnsani Gelişme Endeksi’ndeki yeri, NATO veya Avrupa Birliği gibi bölgesel bir gruba dâhil olup olmadığı ve etki alanı.”
Küreselleşme sonrası hangi kutuplar ortaya çıkacak?
O’Sullivan’a göre, bu kriterlere bakıldığında küreselleşme sonrası ortaya çıkacak üç kutup; ‘Amerika Birleşik Devletleri’nden Avrupa Birliği’nin de büyük bir role sahip olduğu Avrupa’ya ve Çin öncelikli olmak üzere Orta Asya ve Avrasya özelinde Asya’ya uzanıyor. Belki, duruma göre, bu kutuplara Hindistan da eklenecek.
Ama mesela Rusya kutup olamayabilir çünkü Rusya bu kriterlerin bazılarında, örneğin, askeri güç anlamında iyi bir skora sahip olsa da ekonomisi gelecek dönemde kutup olmaya yetecek kadar büyük değil.
Yazara göre, bu yeni resimde yalnızca Rusya değil, İngiltere, Japonya gibi ülkeler de kendilerine yer bulmaya çalışacaklar. Kuzey Avrupa ve Baltık ülkeleri de küçük ölçekli olmaktan kaynaklanan dezavantajlarını koalisyonlar kurarak gidermeye çalışabilirler.
Türkiye’nin yeri ne olacak?
O’Sullivan, bu çok kutuplu yeni dünyada, Türkiye’nin yerini Avrasya olarak tanımlıyor. Ona göre, merkezde Avrupa Birliği (AB), çevresinde ise Doğu Avrupa, İsrail ve Türkiye olacak. AB’nin Türkiye ile ilişkileri göçmen sorunu nedeniyle sürekli sınanacak. Almanya’da yaşayan Türkler üzerinden, Türkiye’nin Almanya’yı etkileme potansiyeli, AB’nin göç politikalarına da şekil verecek.
Kitapta, Türkiye’ye ayrı bir önem ya da paragraf ayrıldığı söylenemez. Ancak, gelir adaletsizliği; medya, adalet ve devlet gibi kurumlarla bireylerin yaşadığı gerginlikler; karşı karşıya olunan sorunların getirdiği güvensizlik ortamı nedeniyle güçlü liderlerden yana tercihler; politik ve ekonomik güce sahip yeni elitlerin ortaya çıkması gibi konulardan söz edilirken örnek olarak verilen ülkeler arasında Türkiye de var.
Potansiyel çatışma alanları neler olacak?
O’Sullivan’ın sık sık vurguladığı başka bir nokta da, bu kutupların kendine özgü yaklaşımlara sahip olacakları ve birbirleriyle işbirliği yapmadaki muhtemel çekinceli tutumları üzerine.
Ona göre, küreselleşme sonrası dünyada, küreselleşmenin önemli göstergelerinden biri olan sermaye, mal ve insanların dolaşımı biraz hız kesecek. Bu dolaşımlar, kutupların birbiriyle etkileşiminden daha ziyade, kendi içlerinde yoğunlaşacak. Kutuplar, ekonomi politikaları, özgürlükler, savaş, teknoloji ve toplumsal meseleler gibi birçok temel noktada da çok farklı davranışlar belirleyecekler, birbirlerinin farklılıklarını kabul etmemek de yeni çatışma alanları ortaya çıkartabilecek.
“Ana kutuplar arasındaki iş yapmada farklılaşan ayrışma, yanlış anlaşılma ve çatışma potansiyeli son derece yüksek” fikrini vurgulayan yazara göre, potansiyel çatışmaların kaynağı olabilecek nedenler arasında kutuplar arası ticaret yarışları, kutuplardan birine ait olmayan ülkelerin yaşayacağı kimlik krizleri ve kutup olmak isteyecek Rusya gibi ülkelerin hırsları belirleyici alacak.
Çağımızın “uyarıcıları”: Sosyal medya kullanıcıları
Orijinal adı “The Levelling: What is Next After Globalization?” olan ve henüz tercümesi Türkçeye kazandırılmayan yapıta adını veren ‘Leveller’lar – ki kimi Türkçe makalelerde ‘düzleyiciler’ olarak geçiyor – ancak kelime anlamına ve tarih içerisindeki rollerine bakıldığında, tam anlamıyla bir başarıya ulaştıkları söylenemese de- “uyarıcı” olarak çevirmek, açıkçası benim kulağıma daha iyi geldi. İngiltere’de 1600’lü yıllarda ortaya çıkmış, Avrupa’nın Otuz Yıl Savaşları’yla çalkalandığı bir dönemde mevcut sisteme meydan okumuş ve tarihi şekillendirmiş bir grup. En büyük başarıları olarak görülen Halk Anlaşması (An Agreement of the People) ile anayasal demokrasinin İngiltere’deki temellerini atmışlar. İnsanın doğuştan getirdiği ve varoluşunun ayrılmaz bir parçası olan özgürlük, farklı dini inançların bir arada ve hoşgörü içerisinde yaşayabilmesi fikrini savunmuşlar. Fakat yine de borçlarının silinmesi, yolsuzluğun ortadan kaldırılması gibi ekonomik taleplerinin gerçekleştiği söylenemez.
O’Sullivan’a göre, o dönemdeki işçi sınıfından bir grup olan ‘Leveller’ kesimi nasıl sistemi yerme kabiliyetine sahip, mevcut çarkın artık eskisi gibi dönmeyeceği ve yeni bir sisteme ihtiyaç duyulduğunu haykırmışsa, şimdi de sosyal medya kullanıcılarının bir kısmı aynı işi yapıyor. Zira sistemin tıkandığı her yerde, çevre sorunları gibi küresel meselelerde de, kendi ülkelerindeki yöneticilerin eleştirilmesini de klavyeleriyle yapabiliyorlar.
Küreselleşmenin mirası dört büyük sınanma
O’Sullivan’ya göre, küreselleşme ölürken, miras niyetine bize dört büyük sınama bıraktı. Bunlardan ilki, özellikle 2010’lu yıllar sonrasında yükseliş gösteren popülist politikalar yani, Donald J. Trump’ın ABD başkanı seçilmesi, başta Almanya’daki Almanya İçin Alternatif (Alternative Für Deutschland, AfD) partisi olmak üzere Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi gibi.
İkinci büyük sınama, ki yazara göre, bu aslında küreselleşmenin ölümüne de neden olan gelişmelerden biri, ‘bozulan finansal sağlık.’ Zira, 2008 yılında ABD’de başlayan ancak küresel etki uyandıran ve daha çok Mortgage Krizi olarak bilinen ekonomik kriz, birçok devleti sıkıntılı bir durumla karşı karşıya bıraktı. Küreselleşmeyi adeta hasta etti, üstelik devletler bu süreçten ders de çıkarmadı. Dolayısıyla finansal sağlığın yeniden kazanılması gerek. Bunun için yazarın önerdiği yöntemse, Finans için Westphalia Anlaşması. 1648’de devletler nasıl ulus-devletin tohumlarını ekerek yeni bir siyasi yapılanmaya gittilerse, bugün de benzer bir anlaşma finans alanı için yapılmalı.
Zaten, O’Sullivan’a göre, küreselleşmeyi öldüren ve karşı karşıya kaldığımız üçüncü sınama da ekonomik büyümenin yavaşlaması ki ona göre bunun nedeni de “ekonomik büyümenin finansallaşması”. Zira, borçlanma ve para aktivizminin artmasıyla birlikte, merkez bankaları daha baskın bir şekilde uluslararası sistemde görünür olmaya başladılar, fazlaca varlık ve tahvil alarak, büyümeyi, “organik” olmaktan çıkardılar. Bunu tekrar organikleştirmenin yoluysa, eğitim, sağlık, insan hakları, gibi insani gelişime katkı sağlayacak soyut altyapı unsurlarına erişimdeki eşitsizliği gidermek ve kaynakların şu anda yapıldığı gibi sistemin idamesi için değil, insanlar için kullanılmasını sağlamak. Bu da yazara göre, karşı karşıya olduğumuz dördüncü sınav.
Dünyanın merkezi doğuya kayıyor
O’Sullivan’nın dikkat çektiği başka bir konu da, dünyanın ekonomik merkezin doğuya doğru kayması. Ona göre, bunun en bariz simgelerinden biri günümüz gökdelenlerin %50’sinin Asya’da, %30’unun Ortadoğu’da ve %16’sının da ABD’de olması.
Ekonomideki bu kayma da ABD – Çin ticaret savaşlarının temel nedenini oluşturuyor. Bu nedenle de uluslararası ekonomi de bir ‘düzleme’ (levelling of economy) faaliyetine ihtiyaç duyuyor. Bunun olabilmesinin yoluysa, çok kutupluluk es geçilmeden sağlanacak uluslararası bir işbirliği.
İki farklı toplum
O’Sullivan, bu kutuplardaki devletlerin farklı yaklaşım biçimleri adapte edeceğini söylüyor ama yine de onları ikiye ayırıyor: ‘Leveller tipi toplum’ ve ‘Leviathan tipi toplum’.
Ona göre, Leveller toplumların en temel niteliği, demokratik olmaları. Ayrıca şeffaflık ilkelerini ve hukukun üstünlüğünü her türlü eylemden üstün tutuyor ve temel yatırımı da insana yapıyorlar.
O’Sullivan ikinci grup toplumları ise ‘Leviathan tipi toplumlar’ (Leviathan-type society) olarak adlandırıyor. Bu toplumlarda özgürlükler ikinci plana atılıyor, kaynaklar politik saikler öncelenerek dağıtılıyor.
Yazara göre, bu iki farklı davranış biçimi, birbirleriyle çatışmak zorunda değil; bazı ülkelerde mesela Rusya’da Leviathan tipi yaşam biçimi pekâlâ kabul görebilir. Aynı ülkede her iki tip de birlikte var olabilir. Mesela Çin’de, ekonomik gelişme yavaşlar, işsizlik artarsa, insanlar rahatlık karşılığı vazgeçtikleri özgürlüklerini talep edebilir, Leviathan ve Leveller gruplar çatışabilir ve böyle bir durumda, kadın hareketi ve azınlık grupları belirleyici güç olabilir. Leveller toplumlarda da benzer sorunlar ortaya çıkabilir.
O’Sullivan’a göre, işte bu iki davranış biçimli, dört sınama ile karşı karşıya olan çok kutuplu yeni dünyada küreselleşme sonrası düzenin kurulmasını kolaylaştıracak olan toplumlar, ‘Leveller’ların hâkim olduğu toplumlar ama en başta da dediğimiz gibi, bunun daha az sancılı olabilmesi için, uluslararası kurumların da bu çok kutupluluğu göz ardı etmeyecek biçimde yeniden yapılanması gerekiyor.
Makalede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.