Taha Kılınç

Taha Kılınç

Tarihi kin

Tarihi kin

Haberi mutlaka görmüşsünüzdür: Rusya ve İran destekli Suriye rejim güçleri, İdlib yakınlarındaki Maarratu’n-Nu’mân’ı ele geçirdikten sonra, Emevî halifelerinden Ömer bin Abdulazîz’in medfun olduğu caminin türbe kısmını ateşe verdi. Kundaklama eyleminde, Halife’nin kabrinden başka, hemen yanında yer alan eşi Fâtıma binti Abdulmelik ve hizmetkârı Yahya el Mağribî’nin mezarları da zarar gördü. Suriye devlet televizyonu, saldırıyı “teröristlere” atfederken, Baas birliklerinin bölgeye ulaşmasına kadar kabrin ve içinde bulunduğu caminin bakımlı biçimde muhafaza edildiği belirtildi.

Ahalisi tehcir edilmiş, yakılıp yıkılmış, neredeyse taş üstünde taş kalmamış bir şehri bombalayarak düşürdükten sonra, kabirlere bile saldırmak, herhalde belli bir zihnî altyapı ve bagaj gerektirir. Bu noktada, vandallığa muhatap olan kabirde yatan Ömer bin Abdulaziz’in şahsiyetini düşününce, “tarihî bir kin”den söz etmek pekâlâ mümkün.

Ömer bin Abdulaziz, bilindiği gibi, Üçüncü Râşid Halife Hz. Ömer’in torununun oğlu. Büyüklerimizden dinlediğimiz, bizim de çocuklarımıza anlattığımız o ünlü kıssa hepimizin malumudur: Bir gece Medine’nin dış mahallelerini teftişe çıkan Hz. Ömer, bir anneyle kızının konuşmalarına kulak misafiri olur. Annesi süte su katmasını telkin ederken, kızı “Halife bunu yasakladı” diyerek direnmektedir. Nihayet annesi “Halife bu saatte bizi nerden görecek?” deyince, kızı, Halife görmese de, Yüce Yaratıcı’nın kendilerini gördüğü cevabını verir. Hz. Ömer, kızın imanından ve manevî terbiyesinden çok etkilenmiştir. Oğlu Âsım’ı, bu temiz hanımla evlendirir. Âsım’ın Leylâ ismini verdiği bir kızı olur. Emevî ailesinden Abdulaziz adlı bir gençle evlendirilen Leylâ, 680 (bir diğer rivayete göre 682) yılında bir erkek çocuk dünyaya getirir. Çocuğa, büyük dedesinin ismi verilir: Ömer.

Adaleti, takvası, ilim adamlarına ilgisi ve desteği, kendisinden öncekilerin yanlışlarından titizlikle kaçınması, devlet yönetiminde israfa son vermesi, halkın her kesimine yönelik müşfik yaklaşımı gibi birçok vasfı nedeniyle “Beşinci Râşid Halife” olarak anılan Ömer bin Abdulaziz, -Emevî idaresindeki genel politikanın aksine- Ehl-i Beyt’e yönelik kucaklayıcı tavrıyla da öne çıkar. Hz. Ali ve ailesine hutbelerde lanet okuma geleneğini kaldıran, onun yerine Nahl suresinin 90’ıncı âyetinin okunmasını emreden (bu muhteşem uygulama, bugün bile devam etmektedir) de yine Ömer bin Abdulaziz’dir.

Onun Ehl-i Beyt’e duyduğu samimi muhabbet nedeniyledir ki, Abbâsîler, 750’den itibaren Bilâdu’ş-Şâm’da Emevî hanedanına ait bütün kabir, mezar ve türbeleri yok ettikleri halde, onunkine dokunmamışlardır. Tarih boyunca kendisine hep hürmet ve saygı duyulan, her kesimden Müslümanın ortak paydası haline gelmiş bir ismin kabrine, yüzyıllardan bu yana ilk kez saldırılmış olması, Ortadoğu’da bugün İran tarafından bir devlet politikası olarak körüklenen mezhepçilik cinnetinin ulaştığı boyutları göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Sâsânî İmparatorluğu’nun Hz. Ömer döneminde İslâm topraklarına dâhil edilmesinin siyasî hıncını, Hz. Ömer’in şahsına yönelik ölçüsüz bir nefrete dönüştüren Şiî inancı, günümüzde İran dış politikasının itici gücü olarak kullanılıyor. Tarihî gerçekler tahrif edilerek (“Hz. Fâtıma’nın, Ömer tarafından kaburgaları yumruklanarak şehit edilmesi”, günümüzde İran’da kalabalık törenlerin düzenlendiği bir matem vesilesidir) halk kitleleri harekete geçirilirken, İran’ın siyasî nüfûzu da bölgede giderek derinleşiyor. İran devlet aklı, ABD’nin açtığı (ve artık kapatmasının da oldukça zor göründüğü) geniş alanda, kendi ajandasını bölgeye dayatmayı sürdürüyor. Onun tam karşı kutbuna yerleşen, Suudi Arabistan-Mısır-Birleşik Arap Emirlikleri troykasının başını çektiği “Arap cephesi” ise, yine ABD ile el ele, Müslümanların mukaddesatını pazarlık masasına sürerek, Kudüs ve diğer bütün kıymetleri uluslararası sisteme “üttürüyor”.

Tarihin kavşak noktalarından birinde bulunuyoruz. ABD, İsrail, Rusya, İran ve diğer ülkeler, bütün güçleriyle Ortadoğu’yu dört bir köşesinden kemirip çiğnerken, adeta Haçlı Seferleri sırasında ancak şahit olunan bir yıkımla karşı karşıyayız. Bir önceki yazımın sonundaki vurguyu tekrarlamak istiyorum:

İçinden geçtiğimiz sürecin en büyük sınavlarından biri, tüm bu yaşananların kalıcı bir ümitsizlik, ilahî rahmetten umut kesiş ve ye’se dönüşmemesi için mücadele etmek. Bilhassa genç nesillerin hedefe nasıl odaklanacağı, maneviyatlarının ve inançlarının nasıl diri tutulacağı hususunda, ciddi müzakerelere ve yol haritalarına ihtiyacımız var.

Bu yazı toplam 14374 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Taha Kılınç Arşivi