Afganistan'dan Filistin'e bir ümmetin vefa borcu
İslam aleminin maruz kaldığı işgal süreci her ne kadar çeşitli merhalelere ayrılabilecek olsa da, son yüzyıllarda bu durumu ilk olarak 18'inci yüzyılda Rusya'nın Kırım ve Kafkasya'daki işgalleriyle başlatabiliriz.
Bu yeni dönemle beraber, asırlardır Müslümanların yaşamakta olduğu birçok toprak parçası fiilen işgal edildi. Balkanlardan Türkistan'a, Afrika'dan Arabistan'a tüm İslam toprakları işgal ordularınca çiğnendi. Osmanlı hilafetinin yıkılması da işgal sürecinin zirve noktası oldu.
İşgallere karşı mukavemet hareketleri de her zaman var oldu. İmam Şamil'den Ömer Muhtar'a, Osman Batur'dan Osman bin Fudi'ye birçok önder, işgallere karşı İslami bağımsızlık hareketlerine liderlik etti. Söz konusu mukavemet hareketleri, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası dünyada, İslam alemindeki fikri ve İslami yeniden doğuşla beraber, gerçekçi bir fikri altyapı kazandı.
İşgale karşı direniş hareketlerinin kazandığı siyasi anlayış, bölgesel fikri çerçeveleri aşma ve güçlü temeller, zamanla birçok hareketin kendiliğinden neşet etmesine de olanak sağladı.
İşgaller ve mukavemet
İslam aleminin asri tarihi, aynı zamanda bir mukavemet tarihidir de.
Doğusundan batısına İslam dünyasına baktığımızda, her bir bölgede birçok direnişe rastlamamız mümkün. Moro, Patani, Arakan, Doğu Türkistan, Keşmir, Afganistan, Çeçenistan, Irak, Suriye, Filistin, Yemen, Somali, Cezayir, Libya, Mali... Bir nefeste aklımıza gelen gelmeyen onlarca örnek.
ABD, İngiltere, İsrail, Rusya, Fransa, Çin, Hindistan gibi birçok işgalci unsur ve onların yerli destekçileri... İslam aleminde işgal, asırlardır devam edegelen bir olgu olsa da, işgallerin 20'nci yüzyılın sonlarıyla beraber yeni bir form alması da dikkat çekicidir.
Özellikle ABD öncülüğündeki Batı blokunun, Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası, İslam aleminde doğmakta olan uyanış hareketlerini boğmak istemesi, yeni bir işgal sürecine yol açtı. Bilhassa 1990'larda başlayacak ve bugüne dek uzanacak olan bu savaş, yeni işgal sahneleri ortaya koyduğu gibi, eski sahnelerde de gidişata tesir etti.
Askeri, siyasi, fikri, dini, sosyal, kültürel, ahlaki birçok cephesi bulunan bu savaşta İslam alemi büyük yaralar alsa da, halen İslami bir bağımsızlık arzusuyla mukavemete devam ediliyor. Yaşanılan kayıplar, alınan darbeler, yolda yitirilenler ağır gelse de, Pasifik'ten Atlas Okyanusu'na kadar aynı maksat halen sürdürülüyor.
Bir ümmetin vefa borcu
Tüm bu sürecin siyasi, askeri yönlerini tahlil etmekten ziyade, bu yazının maksadı, İslam aleminin bir vefa borcunu hatırlamak ve hatırlatmak.
Her ne kadar bazı çevreler, bu mukavemet sürecinin değerini yerli yerine koymamış olsa da, bu vefa borcunu anlamak oldukça mühim bir noktada yer alıyor.
Şayet Filistin'de, Afganistan'da, Irak'ta, Keşmir'de ve bilumum İslam toprağında verilen direniş olmasaydı, işgal sürecinin hangi noktaya uzanacağını kim bilebilirdi?
Filistin halkı kadını ve çocuğuyla kendisini bu sürece katmasaydı ve İsrail tüm Filistin coğrafyasını hiçbir sorun yaşamadan kontrol etseydi, bugün belki de İsrail zulmünün boyutlarından çok daha farklı bahsedecektik.
Benzer şekilde Iraklı Müslümanların Amerika'ya karşı direnişi olmasaydı, ABD orduları burada bir bataklığa saplanmasaydı, ABD nerede durdurulacaktı?
Afgan halkı 50 yılını, milyonlarca evladını feda etmeseydi, önce Sovyet, sonra Amerikan orduları nereleri çiğneyecek, güç ve kaynaklarını hangi diğer beldeler üzerinde kullanacaktı?
Keşmir direnmese, Türkistan direnmese, Hint ve Çin orduları nelerin peşinde koşacaktı?
Bizler Müslümanlar olarak, ömrünü ve tüm varlığını bu mukavemet sürecine armağan eden tüm bu beldelere en azından büyük bir vefa borcu altındayız.
Afganistan'dan Filistin'e bir ümmetin, bir milletin istiklal ve istikbali için yapılan bu fedakarlıklara vefa göstermek, İslam aleminin mücadelesini anlamaya giden en temel yollardan biri olacaktır.
Bu yazıda yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.