Tarihten bugüne Pakistan ordusu ve İslam aleyhtarlığı
Hücrelerin yer aldığı cezaevi salonunun dışa açılan tek penceresinin önü bir demir sac ile kapatılmıştı. O sacdaki küçük deliklerden içeri ince bir ışık sızıyordu, dışarı ise meraklı bakışlar… Bu bakışlar hücrenin önünde, tahiyatta dizlerine vurarak namaz kılan bir Pakistan askerine kilitlenmiş kalmıştı. Gardiyan olarak vazife yapan bu Şii askeri gören mahkûmlar şaşırmıştı… Lakin daha sonra burada görev yapan tüm gardiyanların, kasten Şii askerlerden seçildiğini anlamaları pek uzun sürmemişti…
Sünni mahkumların başlarına dikilen Şii gardiyanların hallerine şahit olan bir çift göz de kendisi ile tanışma şansı bulduğum bir bu mahkumlardan birisine aitti. Evet Pakistan hapishanelerinde kaleme alınmaya değer çok sayıda dinlemiş olsam da, bu yazıda detaylandırmak istediğim husus, bu hapishanelerde yıllarını geçirmiş Pakistan ve Afganistan asıllı bazı mahkumlardan dinlediğim üzere, bölgede olup biten bir takım hadiselerin hakikatleridir. Niyetim, kaleme aldığım anıları yaşayan nicelerinin şahitliklerini anlatmak için ve tabii ki kendilerini “İslam’ın kılıçlarından bir kılıç” olarak tanıtmaya utanmayan Pakistan Ordusuna dair hakiki tarihi ortaya koyabilmektir.
Yazı boyunca kullanacağım alıntılar genel olarak bizzat karşılıklı konuştuğum mahkumların ifadeleri ve birebir görüşmelerime dayanıyor. Hikayemize İslamabad asıllı eski bir askerin anılarından nakiller yaparak başlayalım.
"Günlerden bir gün, bir eğitim programı sırasında, Pakistan Ordusuna ait Birinci Sınır Kuvvetleri Alayı Komutanı bana eskiden beri yazmış olduğu günlüğünü gösterdi. Bu günlük titizlikle hazırlanmış bir defterdi. Onda benim ilgimi çeken şey ise, sayfaların arasına gizlenmiş bir listeydi. Bu listede 1. Sınır Alayının komuta kademesi yer alıyordu. Beni şaşırtan ise, listenin 1757 yılından bu yana gelmiş geçmiş tüm kronolojik sıralamayı içermesiydi. 1757 yılı, İngiliz Doğu Hindistan Şirketinin
(East India Company: Doğu ve Güneydoğu Asya'da bir ticaret tekeli olarak ortaya çıkıp zamanla politik bir oluşum haline gelen şirket.18. yüzyılın başlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar Britanya emperyalizminin bir aracı olarak kullanıldı.) müslüman lider Nawab Siraceddevle’ye karşı başlattığı savaş ile Bengladeş bölgesini kuşatma altına aldığı yıldır.
"Komutana sordum;
Öyleyse sizler 1757 yılından beri Müslümanlarla savaşıyorsunuz hah?
Komutanın gözlerinde gururlu bir parıltı belirdi.
Evet, ayrıca bugüne kadar daima İngiliz hükümetine ve ordusuna olan hizmetimizi de sürdürdük”
Hikâye böylece devam ediyor. Üzgünüm ama eskiden Pakistan ordusunda komutanlık yapan bu şahsın söyledikleri doğru. Pakistan ordusunun giriştiği savaşların birçoğu, İngilizlerin Hindistan’ı işgal ettiği yıllardan beri devam etmektedir. O günlerde Hindistan Kraliyet ordusunun yüzde 80’lik kısmı Hindistanlılardan oluşuyordu, buna rağmen orduyu İngilizler komuta ediyorlardı. İngilizlerin aldıkları kararlara bir kişi dahi olsa itiraz edemiyordu. Böylece İngilizler, ellerinde tuttukları bu askeri gücü kullanarak, son derece zeki bir şekilde Hindistan nüfusunu baskı altında tutabilmeyi başardılar.
Plassey’deki savaştan (23 Haziran 1757’de Bengladeş Plassey’de İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ve Hindistanlı Savaşçılar arasında yapılan savaştır. Kazanılan savaşın ardından Müslüman idareciler 1857’ye kadar 100 yıl boyunca idarede kalmışlardır.) tam olarak 100 yıl sonra, Doğu Hindistan Şirketinin Hindistan’ın neredeyse tamamını kontrol altına almasıyla birlikte, Hindistan’daki Müslüman yönetimi 1857 yılında fiilen sona erdi.
Şüphesiz ki Müslümanların bu yenilgisi, Müslüman liderlerin dünyaya karşı olan tutkuları ve İslam Şeriatından uzaklaşmış olmaları sebebiyledir. Bizim sebebi bu olmayan başka bir yenilgimiz var mı ki? Bunun yanında şüphe yok ki Kraliyet Hindistan Ordusu, İngilizlerin savaşı kazanmaları yönünde büyük bir rol oynamıştır. Bugün Pakistan Ordusunun, batılı işgalci kuvvetlere karşı gösterdiği bağlılık ve itaat, birçok kişiyi şaşırtıyor olabilir. Fakat şüphesiz ki bu tarihsel bir gerçektir ki bu bölgedeki askeri birliklerin tamamı İngilizlere yıllardır sadık bir şekilde hizmetlerini sürdürüyorlar.
Günümüzdeki Pakistan Ordusu kıyade ve komuta kademesinin büyük dedeleri, İngiliz tuğgeneral John Nicholson tarafından mobilize edilen Kuzey Batı Hindistan (Bugünün Pakistan’ı) ordusu ile beraber Delhi’de Müslüman Babür İmparatorluğunu ikame etmek isteyen özgürlük savaşçılarına karşı amansızca savaştılar.
Fotoğrafta görülen 1868 yılında yapılmış olan "General Nicholson Anıtı" hala İslamabad'da sağlam bir şekilde durmaktadır.
Osmanlı Devleti'ne karşı savaş
1857 sonrasında ise bugünün Pakistan ordusu komutanlarının büyük dedeleri, İngilizlerin liderliğinde 1878-80 arasındaki 2. Afgan savaşıyla 1. ve 2. Dünya Savaşlarında da Müslümanlara karşı savaştılar. Kendisine İslam Ordusu diyen bu ordu, Birinci Dünya Savaşında İngilizlerle birlikte hareket ederek, 1400 yıldır var olan İslam Hilafetinin kaldırılması için çaba sarf etmiştir. (Yani İstanbul Hükümetinin desteklediği Almanlara karşı İngilizlere destek vererek Osmanlı Devleti’nin karşısında saf tutmuşlardır.)
Bu Müslüman birliklerin, 2. Dünya Savaşı'na da katılması, Muhammed Ali Jinnah (Kendisi daha sonradan Pakistan ülkesinin kurucularından olmuştur) gibi Müslüman (?) İngiliz politikacılar tarafından şiddetle desteklemişlerdir.
Hindistan’daki İngiliz işgali, İkinci Dünya Savaşının ardından (1939-1945) sona erdi. Ve dünyadaki süper güç olarak tanımlanan İngiltere’nin emperyal statüsü ABD’ye transfer oldu. Kısa süre sonra da Pakistan 1947 yılında bağımsızlığını ilan etti ve Kraliyet Hindistan Ordusu, Hindistan Ordusu ve Pakistan Ordusu olmak üzere 2 parçaya ayrıldı. Bu ordulardan biri olan Hindistan Ordusu, geldiğimiz bugüne kadar sadık bir şekilde İngiliz ve ABD çıkarlarına hizmet etmeyi sürdürdü. Pakistan Müslümanları ise, Pakistan ülkesini kurmakla, İslam Şeriatını ikame edeceklerine ve topraklarına artık barış ve huzurun geleceğine inanmışlardı. Lakin ayrılmanın hemen ardından, Pakistanlı politikacılar ve askeri generaller, batı dünyasına bağlılıklarını sundular ve şeriatın ikamesi konusunda gerçek renklerinin ne olduğunu insanlara gösterdiler.
Onlar ülkeyi, İslam Şeriatı ile değil, eskiden olduğu gibi İngiliz Koloni Düzeni sistemi ile yönetmeye karar verdiler. Pakistan Ordusu ise, Amerikalı ve İngiliz efendilerinin finansal, politik ve askeri desteği ile, Şeriatın ikamesi adına hiçbir girişimde bulunmamış ve bu durum 75 yıldır Pakistan Müslümanlarının düşüncelerinden çok farklı bir sahne oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Günümüzde artık, İngiliz asıllı Pakistan Ordusu yetkilileri, İngiliz efendilerine olan bağlılıklarını açıkça beyan etmekten zerre kadar utanmıyorlar. Günümüzde Pakistan Ordusunun meşhur taburlarından birisi olan “Guides Cavalry” (Kılavuz Süvariler Tugayı) mensupları, yakalarına hala kırmızı papyon bağlamakta ve bu papyon ile Hindistan’ın bağımsızlık savaşı sırasında, İngiltere’ye muhalif olan Hindistan Özgürlük Savaşçıları (ki İngilizler onları hep “isyancılar” olarak tanımlamışlardır.) tarafından yaralanan ya da öldürülen arkadaşlarını andıklarını ifade etmektedirler.
Pakistan Ordusu, Pakistan Müslümanlarından gerçek yüzünü saklamakla kalmamış, ülkeyi yönetim altında tuttukları bu şeytani sistem ile birçok masum Pakistanlının kanını dökmüştür.
Pakistan ordusu tarafından son 75 yılda öldürülen Müslümanların sayısını tahmin etmek dahi güç. Lakin bu sayının milyonları aştığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu cinayetler, günümüzde herkesçe bilinen kabile arazilerinde, Swat ve İslamabad’da meydana gelen hadiselerden ibaret değildir. Onlar 1971 yılında Doğu Pakistan’da (Bangladeş) Müslümanlara karşı büyük bir katliam gerçekleştirdiler. O dönemde Pakistan Başbakanı olarak görev yapan, Ordu Piyade Kumandanı General Yahya Han, Orduya Bengal Müslümanlarına karşı bir katliam yapılması için emir verdi. Bu katliamın yanı sıra sayısız Müslüman kadına tecavüz edildi.
Bu katliam, İslam Tarihinin en aşağılayıcı teslim olma merasiminin gerçekleşmesi ile sona erdi. 93,000 Pakistan askeri, Bangladeş savaşına yardım etmek için müdahalede bulunan Hindistan Ordusuna teslim oldu ve Hindistan Ordusu 93,000 kişiyi esir aldı. 1971’de gerçekleşen bu hadisede Pakistan’ın Bangladeş bölgesine saldırması sonucunda Bangladeş tarafına yardım için gelen Hindistan Ordusuna karşı koymaktan çekinen 93,000 kişilik Pakistan Ordusu teslim olarak esir edilmiştir. Hadiseye bakınız, kendisine Müslüman diyen bir güruh, bir başka Müslüman topluma saldırıyor ve onları savunmaya gelen bir gayr-ı Müslim topluma esir oluyor. Tarihte buna benzer bir hadise daha yaşanmış mıdır acaba? Sadece bu olay dahi, bu ordunun bir İslam Ordusu olmaktan ne kadar uzak olduğunu bizlere gösteriyor.
Bir Pakistan askerinin ruhu
Kaynağımız tahlillerine devam ediyor: “Bir Pakistan askeri, değişmeyen bir kaide olarak her daim para için savaşır. Ruhunda eksik kalan manevi kısmı ise bir başka gayr-ı İslami akım olan “yurtsever milliyetçilik” fikirleri ile doldurmaya çalışır.”
Pakistan Ordusu mensuplarının maaşları, çok dikkatli bir şekilde hesaplanır ve belirlenir. Buna göre aldıkları maaş her zaman diğer devlet memurlarının maaşlarından fazladır. Bunun yanında Batılı İşgalcilerin maaşlarından ise aşağıdadır. Neticede Pakistan Askerleri, kendilerine ödenen bu yüksek mizaniyeler ile, dünyanın her yerinde ve hangi koşullarda olursa olsun efendilerine hizmeti sürdürürler. Onların vicdanlarında, Müslüman direnişçilere karşı Birleşmiş Milletler Barış Elçileri adına Batılı İşgalcilerin maslahatlarını korumak amacıyla savaşıyor olmalarının hiçbir önemi yoktur. Pakistan Ordusunun paraya olan düşkünlüğü, onların batılı efendileri tarafından da gayet iyi bilinmektedir. Pakistan Ordusu, paraya düşkünlüğünü ve milliyetçiliğe olan bağlılığını, “Önce Pakistan Gelir!” (Pakistan comes first) sloganın sahibi zorba yönetici Pervez Müşerref döneminde iyice açığa çıkarmıştır.
İşte bu menhec ile hareket eden Pakistan Ordusu, Pakistanlı olmayan nice muhacir direnişçiyi de şehit etmiş ve içlerinde kadınların da bulunduğu nicelerini de batılı işgalcilere para karşılığı satmıştır.
2001’deki Afganistan işgali öncesinde, artık bir gelenek haline geldiği üzere Pakistan ordusu Hindularla savaşmak için hazırlık halindeydi. Lakin onların batılı işgalci efendilerinin, mücahit direnişçilere karşı olacak savaşta onlara ihtiyacı vardı. Pakistan askerlerinin bu durumda akıllarında bir karışıklık oluştu. Hindulara karşı savaşmak mı, yoksa batılı efendilerinin istediği üzere Afganistan’daki mücahit direnişçilere karşı savaşmak mı? Akıllarda meydana gelen bu karışıklıkları ise, Pakistan medyası büyük bir titizlikle temizledi. Medyada konuşan askeri analistler, mücahitleri birer Hindistan Ajanı olarak lanse ederek iki farklı hedefi tek bir tahta üzerinde topladılar Pakistan Ordusunun önüne serdiler.
Bu iftira, Pakistan askerlerini mücahitlere karşı savaşmaları için motive etmeye yetti. İşgalci güçlerin kumandanı olan 2 ülke, ABD ve İngiltere, Pakistan’ı Hindistan ve onun ajanları (?) olan mücahitlerden korumak için gereken bütün makyajı ustalıkla yapmıştı. Bu beyin yıkamanın Pakistan askerleri üzerindeki etkisi ise gerçekten şaşırtıcıydı. Böylece Pakistan askerleri, işgalcileri kendi topraklarında cirit atar halde, yollarını, havaalanlarını ve deniz limanlarını kullanır halde buldular. Buna rağmen bu yabancı güçlerin birer işgalci olduğunun farkına dahi varamadılar. Böylece gerçekte Hindularla savaşmakta olan Pakistan Ordusu, bir anda kendisini mücahitlere karşı savaşır ve bu uğurda ölür olarak buldu.
Görünüşe göre, kıyadesi şahsi olarak İslam ile ilgili olmayan bu ordu, kendisini Müslüman bir ordu olarak tanıtmanın ödülünü fazlasıyla aldı. Birçok kişi böylece onların Kuran ve Sünnete göre hareket eden kişiler olduğuna inanıp ikna oldular. Lakin bunca zulmün ardından, ahlaksızlık ve bozulma, Pakistan Ordusunun köklerinin derinliklerine kadar sızıp yayıldı. Böylece onların içinde alkoliklere, kumarbazlara, zânilere, eşcinsellere ve uyuşturucu tüccarlarına hem alt hem de üst rütbelerde sıkça rastlanır oldu.
Ne zaman ki birileri çıkıp Orduda ve ülke genelinde İslam kanunlarının ikamesi ile ilgili bir şeyler söylemek istese, o ses batılı güçler tarafından şiddetli bir biçimde susturulmaktadır.
Nitekim eski Başbakan Ziya ul Haqq’a yapılan suikast ve İslamabad’daki Lal Mescidi'nde meydana gelen katliam bunun en mühim iki misalidir.
Pakistan Ordusu Komutanlarının yaşadıkları ideolojik süreçler, 16. Asırda yaşamış olan ve aynı asırda yaşayan bazı diğer filozoflar tarafından “şeytanın vücut bulmuş hali” olarak tanımlanan İtalyan Askeri Filozof Niccolo Machiavelli’nin Prens (The Prince) isimli kitabında belirttiği yaklaşımlar üzere gelişmiştir.
“Bir kumandana başarıyı getiren şey, karşı tarafın moral/motivasyonunu, güç ve kurnazlık temelli hamlelerle bitirmektir. Almak istediği bir bölgeye girdiği zaman, öncelikle ilk iş olarak tüm mezalimliğini ortaya koymalıdır ki, alacağı önlemleri her gün tekrarlamak zorunda kalmasın.”
Pakistan ordusu yalan, aldatmaca ve komplolar istihdam etmektedir. Bütün savaş stratejisini bunlar üzerine kurmaktadır. Öyle ki insanlar artık Pakistan Ordusu yetkililerinin ağzından çıkan tek bir kelimeye dahi inanmaz bir haldedirler. Onların tarihleri, Müslüman direnişçi liderlerle önce dostluklar inşa etmeleriyle, sonra da bu liderlerin yerlerini batılı işgalci müttefiklerine satmaları ile meşhurdur.
Cesur müslüman direnişçi liderlerden biri olan Nek Muhammed, bir hata yaparak Pakistan Ordusuna güvendi ve Pakistanlı General Safdar’la Nisan 2004 yılında bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmadan 2 ay sonra Nek Muhammed Pakistan Ordusu tarafından verilen istihbarı bilgilerle Amerikan İnsansız Hava Araçları tarafından vuruldu.
A: 9.Birlik Komutanı Safder Hüseyin. Nek Muhammed ile önce anlaşma yapıp sonra onu işgalci güçlere satmıştır.
B: Taliban Komutanı Nek Muhammed'in SİHA'larla vurulmadan önceki fotoğrafı
C: 18 Haziran 2004'te hedef alınan Nek Muhammed'in kabri
Batılıların devam eden etkileri
Batılı işgalciler, Pakistan Ordusunu eğitim kamplarından askeri hukuka kadar tüm ordunun işleyişinde söz sahibi olan birkaç üst düzey Generali kendilerine bağlı tutmak sureti ile yönetmektedirler. Böylece manevi işgali, askeri eğitim programı ile başlatmaktadırlar. Bu eğitim programları, askeri okullarda, resmi kolejlerde ve ordu akademilerinde çok erken yaşlardan itibaren başlatılmaktadır. Bunların birçoğu, İngilizlerin sömürge dönemlerinden kalma kurumlardır. Bu eğitimler, her bir askerin, sorgulanamaz bir şekilde üst rütbeli subaylara itaat etmesi ve tam bir itaat kültürü ile ordu içi hiyerarşiyi ve liderlik mantığını sahiplenmesi kuralı üzerine oturtulmuştur.
Buna göre bir er, bir astsubaya, bir astsubay bir subaya, bir subay bir generale ve generallerin tamamı ise işgalci batılıların politik ve askeri hiyerarşisine itaat eder ve bu sistemi hiçbir sapma olmaksızın izlerler. Ordu içerisinde son derece iyi şekilde organize edilmiş bu sistemin adı “komuta zinciri” olarak adlandırılır.
Acemiler ve yeni başlayanlar içinse, batılı haçlı orduları son derece profesyonel ve üst düzey ordular olarak tanıtılırlar. Bir özendirip imrendirme taktiği olaraksa, Pakistan Askeri Akademilerinde ön plana çıkan gençler, Sandhurst/İngiltere’deki Kraliyet Askeri Akademisine, bir üst seviye eğitimleri için yollanırlar. Pakistan Ordusunun askeri eğitim müfredatının ana payidesi, Dünya savaşlarının her ikisinde birden rol almış işgalci devletlerin taktik ve stratejilerine göre temellendirilmiştir. Bu Akademilerde yüksek performans gösteren öğrenciler, ABD ve İngiltere’nin farklı bölgelerinde, bu iki ülkeye olan bağlılıklarının daha da artırılması için farklı birçok eğitime daha tâbi tutulurlar. Batılılar tarafından verilen yeterlilik onayı, Pakistan Ordusunda general olabilmek için gereken en önemli ön koşuldur. Buna bir misal olması açısından, Pakistan Ordu Generali Eşfak Pervez Kiani’ye ve kariyerine bir göz atmak yeterlidir.
Kiani ilk olarak Jhelum Askeri Akademisinde ( Military College Jhelum – MCJ ) eğitim gördü. Bu akademi, 1922 yılında İngiliz Galler Prensi tarafından açılmış ve 12 yaşlarındaki çocukların ileride bir Pakistan Ordu Generali olma hayaliyle yetiştirildiği bir akademidir. Kiani daha sonra Abbotabad’daki Kakul Pakistan Harb Akademisinde eğitimini sürdürdü. Askeri kariyeri boyunca, Kuetta’daki Emir ve Piyade Akademisinde ve İslamabad’daki Ulusal Savunma Üniversitesinde eğitimler gördü. Bunun ardından da birçok Amerikan askeri enstitüsünde eğitim gördü. ABD Fort Benning’deki Birleşik Devletler Piyade Okulu (United States Army Infantry School), Kansas Fort Leavenworth’daki Emir ve Genelkurmay Koleji (Command and General Staff College) ve Hawai’deki Asya Pasifik Merkezinde (Asia Pasific Center) savunma eğitimleri aldı.
General Kiani, (sağdan ikinci) Amerikalı General Michael Mullen'e brif verirken
Bu kişiler Pakistan Ordusu mensubu olmak için hak kazandıkları andan itibaren, İngilizler onların rütbelerini generalliğe yükseltir ve böylece onları sopanın ucuna bağlanan havuç siyaseti ile yönetmeye başlarlar. Şayet bu generaller onların ajandalarını takip edip emirlerine itaat ederlerse, onlar da bu generallere servet ve övgü yağdırmaya başlarlar. Şayet generaller bu efendilerine itaatten geri kalırlar ve görevlerini yapmazlarsa da kendilerine bitmek bilmeyen suikast tehditleri yağmaya başlar.
Ordu mensuplarının eğitim müfredatının sonlarına doğru gelindiğinde ise, batılı güçlerin Pakistan Ordusunu belirli bir askeri hukuk oluşturulması noktasında ikna ettiklerini görürsünüz. Pakistan’daki sivil anayasa, hala gayr-ı İslami’dir ve siviller için hala İngiliz koloni düzeni kanunları geçerliliğini korumaktadır. Pakistan Ordusu ise ülke içerisinde kendi bağımsız yargı ve hukuk sistemine sahiptir ve sivil yargının kapsama alanının dışındadır. Bu Pakistan Askeri Kanunları (MPML) ise, İngilizlerin Hindistan halkına uyguladıkları kan emici ve sömürü kanunların ta kendileridir.
Pakistan’ın işgalcilere olan hizmeti
Pakistan’ın batılı işgalci ordulara karşı olan hizmetleri müthiş derecede fazladır. Öncelikle şunun net bir şekilde ortaya konması gerekir ki, Afganistan işgalinin, Pakistan’ın yardımları olmadan gerçekleşmesi mümkün değildi. Pakistan güvenli havaalanlarının kapılarını, ABD uçaklarının iniş/kalkış yapabilmesi ve yakıt alabilmeleri için sonuna kadar açmıştır.
Meşhur “drone” uçakları da, Pakistan tarafından korunan askeri merkezlerde saklanmakta ve oradan hareket etmektedirler. Bu hizmetlerin karşılığı olarak işgalciler, Pakistan Ordusuna oldukça büyük rakamlarla para yardımında bulundular. Pervez Müşerref, ABD’nin 2008 yılında Pakistan’a askeri yardım adı altında 10 milyar dolar para gönderdiğini açık bir şekilde aktardı. Kerry Logar Bill yardımı (John Kerry ve Richard Lugar tarafından hazırlanan, Pakistan Hükümetine her yıl askeri yardımlar dışında kalkınma, ekonomi vs. için yapılması kararlaştırılan müttefiklik anlaşması) adı altında da Pakistan hükümeti ve Ordusu, önümüzdeki 5 yıl içerisinde 7,5 milyar dolarlık bir para yardımı daha almış olacaklar.
Pakistan Ordusu, görünüşe göre bu işgalci güçlere çok düşük bir ücret karşılığında çok büyük hizmetler sunmuşa benziyor. Nitekim tek bir ABD askerinin ABD hükümetine olan yıllık maliyeti 1 milyon dolar civarındayken, onlardan çok daha fazla emek sarf eden Pakistan Askerlerinden bir tanesinin ise yıllık maliyeti 3.000 dolar civarındadır.
Besleme hatları (ikmal yolları), bir ordunun savaşabilmesi için gerekli olan en önemli etkenlerdir. Pakistan Ordusu da ülke içerisindeki 2 ana hattı, batılı işgalcilerin hizmetine bu sebepten ötürü sunmuştur. Bu besleme hatlarından 2001 yılından itibaren araçlar, uçaklar ve nice ekipmanlar geçiren işgal ordularının yaptıkları faaliyetlerden Pakistan Ordusunun haberi bile olmamıştır.
Bu anlattıklarımızın ışığında, ABD ve müttefiklerinin Afganistan’a karşı başlattıkları işgalin, tarihsel müttefikleri olan Pakistan Ordusunun yardımları üzerinde temellendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Pakistan Ordusu bu hatları muhafaza ettiği ve işgalcilere karşı verdiği desteği sürdürdükçe, her ne kadar Afganistan’da bir İslam Devleti kurulmuş olursa osun uzun yıllardır devam etmekte olan bu mücadele ve dökülen Afgan ve Pakistanlı Müslümanların kanları bir türlü durmayacaktır.