Üsküdar sahilinde bir Japon
"Saygıdeğer Başrahip her şeyin kendisi için yaratıldığını söyleyerek böbürleniyor ve haddinden fazla izzetinefis sergiliyor." (Volteire - Cahil Filozof)
İnsanımız umudunu neden resmi bürokrasiye bağlamak zorunda merak ediyorum. Türkiye'yi bir akıl hastanesine çeviren şey, insanların önlerine konulan alternatifleri seçerek ilerlemeye ikna edilmiş olmasıdır. Bu konuda en radyoaktif çalışan kısım ise ideolojik benimsetmeler kısmı. Ekranlarda gördüğünüz siyasi partilerin temsil ettiği fikirler dışına çıktığınız an Üsküdar sahilinde yürüyen bir Japon muamelesi görmeye başlıyorsunuz. Buna ana akım siyasi düşünceleri de rahatlıkla dahil edebilirsiniz. Yani solun ağır bastığı bir kişiysen, fikrini kaynağından öğrenmen ayıplanıyor. Yani solculuğu, TBMM'de bulunan "solcu" bir partinin solu temsil ettiği şekilde benimsemek ve yaşamak zorunda kalıyorsun. Solun, Sosyalizmin ya da daha marjinal ya da geleneksel uçların arasındaki zenginlikte gidip geliyor olmanı yadırgıyor toplum.
Bu anlatı sağcılık ve muhafazakarlık için de geçerli tabii ki. Milliyetçiliği, mecliste sandalyesi bulunan bir milliyetçi partinin gözüyle yaşamak zorundasın. Şayet o milliyetçi partiye muhalifsen, bunu da kendi kafana göre yapamazsın. O partiye halihazırda muhalif olmuş bir başka milliyetçi parti ile bu işi görmelisin. Öznel düşüncelerinle bir milliyetçi portre mi ortaya koydun? Ucubenin tekisin işte.
Lakin bunların içerisinde en zor durumda olanlar maalesef Müslümanlar. Zira ülkemizde siyasallaştırılmış (demokratize edilmiş) tek din olan İslam da mecliste birden fazla parti tarafından yorumlanıyor, politize edilerek yeni bir form kazandırılıyor. Neticede diğer siyasi akımların uğradığı akıbet onu da bekliyor tabii ki. Özetle Müslümanlar, mecliste bulunan partiler tarafından temsil edilen bir İslam modelinin dışına çıkmaz (çıkamaz değil) duruma geliyorlar işte. Şöyle ki:
İslam dini adına bir talepte mi bulunmak istiyorsun? Bunu mecliste temsilcileri bulunan partilerin yol göstericiliği ile yapabilirsin ancak. Kaynaklara inmen, buradan öğrendiklerin ile nakıs olan eşyayı tespit etmen, daha sonra da buna dair bir düşünce ortaya koyman seni maalesef bozguncu yapıyor. Siyasi ya da sosyal hak taleplerin mi var? Bunları da ancak sana gösterilen yol güzergahında, sana bildirilen usullerle gerçekleştirebilirsin. Bunların dışına mı çıktın? Toplum nazarında Üsküdar'daki Japon sensin demektir.
Yazdıklarımın, ülkedeki fikri kısırlığın sebebi olduğu kanaatindeyim. Hiç benimsemiyor olsam dahi, bir ideolojiyi farklı fraksiyonları ile yaşarken görmeyi, o ideolojiyi resmi bir statüko kafesine hapsolmuş olarak görmeye tercih ederim.
Siyasi açmaz ve çözümsüzlüklerin altında yatan da bu. Şimdi seçimler yaklaşıyor değil mi? İnsanların iktidar olana alternatif üretme hırsı, üretecekleri alternatifin aynı düzen içerisinde derhal iktidar olması kıstasını bir şart olarak getirdi. Yani iktidardan memnun değilsen, git ve onu devirme şansı olan en yakındaki limana demirle. Diğer bir deyişle "muhalefet, ancak bir sonraki seçimde iktidar olma şansı varsa makbuldür, aksi taktirde mensup olunmaya değmez." Böylesi ahmakça bir zaruretin nereden geldiğini gerçekten anlayamıyorum. Buna bir politik duruş ismi vermeye çalışmak da boşa bence. Saf bir onursuzluk, haysiyetsizliktir bu. Olsa olsa kimliklerini iktidar olma şansına satmanın diğer adıdır işte.
Halbuki ben iktidardan memnun olmayan, hem de her muhalifin yaşadığı o memnun olmayışın dışında bir memnun olmayışla memnun olmayan birisiyim. Karışık mı oldu? Yani ben bir muhalifim, ama ekranlarda izlediğiniz muhaliflerin hiçbirisine benzemiyorum. Ben dünyadaki gelişmeleri İslam dini ana kaynaklarına göre değerlendirip konumlandıran bir muhalifim. 80 milyonluk ülkede ister 1 milyon kişi benim gibi olsun, ister ben tek başıma olayım. Kendi bildiğim doğrularım ne ise onu yaşarım, onu anlatırım. Doğrularımın ekranlar, gazeteciler, fenomenler tarafından tasdik edilmesini beklemem. Bir işgüzar muhalif grubun iktidar şansının yüksek olması, benimsediğim bu değerleri bir kenara bırakıp o gruba gitmem gerektiği anlamına da gelmez. Böyle bir hayat yaşıyorum ve size de böyle bir hayat yaşamanızı tavsiye ederim. Bazen önemli hususlara kısa beyanlar ile değinirsin. Gücünün yetmediği yerden tutar da işi o tamamlar.
Âdet üzere gene bir alıntı ile bitirelim:
Muhammed b. İbrahim b. Ebi Sekine dedi ki:
"Abdullah b. Mübarek ile Tarsus'ta beraberdik. Biz mevzilerde nöbet tutuyorduk. Ben Hacca gitmeyi istiyordum. Fudayl b. İyad da Kabe'de uzlete çekilmiş kendisini ibadete vermişti. İbni Mübarek Fudayl b. Iyad için şu şiiri yazdı ve benimle gönderdi:
Ey Harameynin abidi!
Eğer bizleri görseydin
Şüphesiz ibadetle oyalandığını bilirdin.
Bazılarının yanakları yıkanıyorsa
Bizim boğazlarımız kanla yıkanıyor.
Yahut onun atı batılda yoruluyorsa,
Bizimkiler günün sabahında yoruluyor.
Miskin kokusu size olsun, bizim kokumuz da bize...
Tırnakların tozu ve duman bizim için daha güzeldir.
Şüphesiz nebimizin sözü gelmiştir bize...
O sahih bir sözdür, yoktur içinde yalan.
Hayır! Eşit olamaz! Allah'ın atlarının burnundaki tozla
Tutuşan ateşin dumanı...
Aramızda konuşan Allah'ın kitabıdır,
Şehid ölü değildir, bu da yalanlanamaz...
Fudayl b. İyad ile karşılaşınca ona mektubu verdiğimde iki gözünden yaşlar aktı ve 'Ebu Abdurrahman doğru söylemiş ve bana nasihatte bulunmuş.' dedi." (Siyer-u Alâmun Nubela, Zehebi, 8/412.)
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.