Savaşacaksak bu kendi savaşımız olmalı
Sadr duruldu. Görünen o ki Irak’ta Sadr’ın başını okşayanlar ellerini ceplerine atmaya karar verdiler. Bakalım önümüzdeki süreçte neler olacak?
Geçtiğimiz hafta ABD-Suud destekli Arap Şiiler, Paul Bremmer’ın kutsal meclisini basıp ortalığı ateşe verdi. Hata olmasın, Bay Bremmer’ın meclisi Irak’ta, Washington’da değil.
Irak’ı işgal eden “medeni” batı güçlerinin komutanı Bay Bremmer, Irak halkına bir meclis armağan etti. Aslında armağan ettiği şey, fiyonklu bir kutunun içinden çıkan “Western Democracy” idi. Mukteda es-Sadr’ıın adamlarının bastığı meclis ise o kutunun fiyonklarından bir tanesi olan kutsal parlamento...
Tiyatromuz geniş… Amerika gelir, rejimi yıkar, muhalifleri öldürür, önce petrol kutularını sonra müzeleri boşaltır. Petrol Batı dünyasına dağılır ama Bağdat müzesinden çıkan eserler sadece Tel-Aviv’e gider. Bunlar kadim Babil büyücülerinin İsrailoğulları ile olan hatıralarıdır. İsrail için manevi değeri var yani…
Amerikalılar için bazı Orta Doğu ülkelerinin çalışması gerekir, bazılarının ise tam tersi çalışmaması gerekir. Çalışması gereken ülke tabii ki biziz. Ama bu çalışma işinin de belli kuralları var elbette. Başlıca kural ise çalışırken asla kendin için çalışmamak, her daim karnımızı doyuran, bizi bu günlere getiren Batı Dünyası için çalışmak gerekli… Çalışmaması ve istikrarsız kalması taktir edilmiş olan başlıca dört Orta Doğu ülkesi: Lübnan-Irak-Suriye ve Libya’dır. Bu dört ülkemizin istikrarlı bir politik nizam kurması, Batılılar tarafından imkansız hale getirilmiştir. Bizim bugünkü odaklandığımız konu “Irak” olduğu için, Bay Bremmer’ın kutsal meclisine geri dönelim.
Bay Bremmer kurduğu demokratik Irak Meclisinde, Kürt, Şii ve Sünnileri “batı adaleti”ne uygun bir şekilde tanzim etmiştir. Buna göre Cumhurbaşkanı Kürtlerden, Başbakan Şiilerden ve Meclis Başkanı ise Sünnilerden olmak durumunda. Gördüğünüz üzere ne adil bir dağıtım! Bu dağıtımın aynısı bürokrasi, askeriye, şurta vs devletin her kademesi için mevcut. (Hee Bu arada Kürtler neden mi Sünnilerden sayılmıyor? Bu soruyu da bana değil, Halepçe katliamına selam çakan nasyonal sosyalistlere sormanızı tavsiye ederim…)
Bay Bremmer’in batı adaletine uygun bir nizamlama ve güçler ayrılığı politikası ile oluşturduğu kutsal meclis, acaba niçin Orta Doğu’ya demokrasi kıvılcımları dağıtmıyor dersiniz? Üzerinde demokrasi kelebeklerinin uçması gereken Irak halkının üzerinde, işgal bitmiş olmasına rağmen neden hala Amerikan insansız hava araçları uçuyor? Bu meclis Irak halkına hayr namına ne verebilir Allah aşkına?
Sorumuzu daha farklı bir vecihten soralım… Orta Doğu halkları, batı demokrasisinin kendilerine bir fayda getirme imkan ve kabiliyetinin olmadığını nasıl oluyor da anlamıyorlar?
Müslümanların, İslamiyeti yaşadıkları asra uygun bir tecdid ile formasyona sokup ülkelerini bu tahkim şemsiyesinin altına alamamaları şüphesiz ki kendi hataları. Sürdürülebilir bir İslam formasyonunun olmadığını, Suud ve İran’ı rol model alarak söylemek ne de büyük bir cehalet! Bu ülkelerin uyguladıkları ne olduğu belli olmayan ucube rejimler, Müslüman halkların İslami yönetim sistemleri ile ilgili imal-i fikr ederken edinecekleri rol modeller olmamalı. İslam dünyası, böylesi bir cehaletin üzerine kurulmuş olan algıları terk etmelidir.
Es-Sadr, kendisinin İran’a karşı kullanıldığını açıkça bildiği halde Selman’dan ödenek almaktan çekinmiyor. Buna rağmen meclisteki sandalye sayısını da artırabilmiş değil. Irak’ta güç hala İran diasporasından yana. Zira İran, uzun yıllardır farklı fırkalardan olan Arap Şiilerini Rafizi hareketine bağladı ve kendisine entegre etti.
Bunun en acı örneği Yemen’dir. İran’ın bu yayılmacılığına dair Batı dünyası ortaya hiçbir yapıcı önlem koymadı. Ülkelerin hükümetleri de bu problemlere batının istek ve yönlendirmeleri doğrultusunda bir yaklaşım gösterdiler. Bu hükümetlerin hiçbirisi, İran’ın lokal Şii fırkaları fonlamasının önüne geçmediler. Neticede birleştirilmiş ve kendisine İran’ı lider seçmiş bir şii militarizasyonu, sünni dünyanın karşısına öyle ya da böyle dikilmiş oldu. Bu tip bir militarizasyon ile tarih boyunca çok defa yüzleşildi. Ama bu seferkini diğerlerinden ayıran özellik, bu tiyatroyu sahneye koyanın Batı Dünyası olmasıdır.
Ülkelerimiz ve insanlarımız tarihte olduğu gibi bugün de birbiri ile savaşabilirler. Barışabilir ya da bir orta yol da tutabilirler.. Lakin ne yaparsak yapalım kendi kararımız olmalı. Başkasının hazırladığı bir tiyatronun aktörü olmaktan korkmalı… Elimize tutuşturulan bir piyesi ezberleyip sahneye çıkmaktan, ve bizi o sahnede izleyip eğlenenlere malzeme olmaktan korkmalı… Eğer bir oyun oynayacaksak bu kendi oyunumuz olmalı… Savaşacaksak kendi savaşımız olmalı… Kendi gülücüklerimizle kahkaha atmalı, kendi gözyaşımız ile ağlamalıyız.
Batılılar buralardan gitmeli… Biz onları kovmayı başaramazsak, onların burada olmalarının bedelini bizden başka kimse ödemeyecek vesselam…