Mahan Abidin

Mahan Abidin

Şii lider Sistani Irak siyasetinde etkisini artırabilir

Şii lider Sistani Irak siyasetinde etkisini artırabilir

Mayıs ayındaki şaibeli seçimlerden sonra Irak’taki siyasi süreç beklendik bir şekilde yavaş ve kargaşa dolu geçti. Ancak Muhammed Halbusi’nin parlamento sözcüsü (meclis başkanı) olarak tayin edilmesi, geçici bir süre için de olsa arap saçına dönmüş vaziyeti rahatlatmak için faydalı bir adım oldu.

İran yanlısı görüşlere sahip Sünni siyasetçi Halbusi’nin sözcü olarak atanması herkes için aslında beklenmedik bir gelişme oldu. Halbusi, Hadi El Amiri liderliğindeki “Fetih Bloğu” tarafından destekleniyor. Ayrıca Hassan Kerim’in sözcü yardımcısı olarak atanması da bir başka sürpriz oldu.

Kerim, Muktada es Sadr liderliğindeki “Sairun (İleri) Bloğunun” öne çıkan isimlerinden birisi değildi. Aynı zamanda kendisinin İran hakkında ılımlı düşünceleri bulunuyor. Siyasi açıdan bakıldığında bu iki ismin atamaları ile Irak parlamentosunda İran yanlıları belirli bir düzeyde çoğunluk elde etmiş oldu.

Bloklar arasında yeni ittifaklar kurulup, eskilerinin bozulduğu bir ortamda sürekli değişime maruz kalan Irak siyasetinin dış görünüşü bakanları aldatmamalı zira daha derin bir seviyede daha yapısal ve istikrarlı güçler bulunuyor. Bu güçlerin en önemlisi ise Ayetullah Ali Sistani liderliğindeki, Necef merkezli Şii hareket ve bu güçlü aktör siyasi arenada daha çok perde arkasında ipleri elinde bulunduruyor.

Sistani liderliğindeki hareketin Irak’taki Baas dönemi sonrası “sallantılı istikrarı” koruyabilecek durumda olduğu aşikar ancak gerçekten de yolsuzluk ve kötü yönetime karşı bir savaş açıp açmayacakları ilerleyen zamanlarda belli olacak.

Hayati bir kurum

Saddam Hüseyin’in 2003’de koltuğundan indirilmesinden bu yana Necef merkezli Şii hareket, Irak’ın savaş sonrası siyasetinde dengeleyici bir rol oynuyor. Bu rolü ise birbiriyle bağlantılı iki ana prensip üzerinden yürütüyor: ilk olarak, tarafsız kalmasalar da öyleymiş gibi görünmeye özen göstermek, ikinci olarak da mezhepler arası birlik yanlısı görünmek ve Iraklı kimliği üzerinden vatansever gibi davranmak.

Şii hareketin genel olarak ne derecede başarılı olduğu, Irak’ı işgal eden Amerikalılardan gördüğü “beklenmedik” saygıdan anlaşılabilir. Hareket resmi olarak Amerikan işgal kuvvetlerinin ülkede bulunmasına karşı çıksa da, gerçekte işgalin Iraklılar tarafından en rahat şekilde geçirilmesi için Amerikalılara büyük destek verdi.

Bu çerçevede o zamanların ateşli ismi Mukteda es Sadr tarafından Amerikan işgaline karşı çıkmak için işçi sınıfından katılanlarla oluşturulan yarı paramiliter “direniş” kuvvetlerine, Şii hareket karşı çıktı. Kendilerine “Mehdi Ordusu” adı veren grupların işgalci Amerikan askerleri ile 2004’teki “Necef Savaşı” sırasında sokak çatışmalarına girdikleri sürecin ardından Şii hareket içindeki yaşlı liderlerle Es Sadr’ın gençlerden oluşan ordusu ve 20 küsür milis grup arasındaki fikir ayrılıkları iyice kendini gösterdi.

Kendisini öyle tanıtmasına rağmen Şii hareket siyasi arenada sessiz kalmayı zaman zaman bırakmasıyla biliniyor. Örnek olarak, 2005’te Baas rejimi yıkıldıktan sonra ilk yapılan seçimlere yaptığı müdahale ile Şii kökenli partilerin büyük başarı kazanmasını sağladı. Tabi bunda Sünni partilerin seçimleri boykot etmesi de büyük rol oynadı.

Aynı şekilde 2010 seçimleri öncesinde de Sistani, görünürde tarafsız olduğunu ilan ederek hangi fikirden olursa olsun bütün Iraklıları seçimlere katılmaya çağırmıştı ve seçimlerin sonucuna herhangi bir şekilde müdahale etmeyeceği görüntüsünü vermişti. Bu çerçeveden bakıldığında Sistani liderliğindeki hareket teknik olarak herhangi bir parti veya koalisyona açık bir şekilde gerçekten de destek vermedi.

Necef, Kum’a karşı

Saddam Hüseyin’in koltuğundan indirilmesinin hemen ardından sözde “uzmanlar” Necef (Irak) ve Kum (İran) şehirlerindeki Şiiler arasındaki ayrılıkları gidermek amacıyla sıkı bir çalışma sürecine başladı. Tartışılan en büyük konu ise, Necef’in daha sessiz ve derinden bir yönetim anlayışı ve buna bağlı dünya görüşü varken, Kum’un tam aksine “Velayet-i Fakih” ismini verdikleri siyasi-dini teori ile hayat bulan politize olmuş bir dini anlayışla hareket etmesi idi.

Necef ve Kum arasında ortak bir anlayış bulma çabalarının aslında ilmi çalışmalarla bir alakası olmayıp, mesele tamamen belirli siyasi hedeflere ulaşılmak istenilmesiydi. Ulaşılması amaçlanan nihai hedef ise, Şii din adamlarının siyasi rollerinin azaltılıp, Necef’in sözde “sessiz” din adamlarının “izlenilmesi gereken adamlar” olarak Şii kitleye tanıtılmasıydı.

İran-Irak ilişkileri açısından bakıldığında ise, “ayrım” konusunun amacı aslında iki tarafın fikirleri, planları ve yeniliklerinin bir araya gelerek yeni yeni hareketler ve dini argümanlar ortaya çıkarmasının önüne geçmekti. İran-Irak arasındaki dini fikir ayrılıklarının iki taraf arasındaki ilişkileri tanımlayan en büyük etken olduğu göz önüne alındığında bu stratejinin iki taraf arasındaki ilişkilerin bütün boyutlarını hedef aldığını söyleyebiliriz.

Bu strateji, gözleme dayalı veriler üzerine inşa edilmediği için işe yaramayacaktır. Öncelikle, mesele aşırı derecede basitleştiriliyor. Mesela Necef’teki bütün Şii din adamları “sessiz siyaset” olgusuna tabi olmadığı gibi aynı şekilde İran’daki bütün Şii din adamları da “Velayet-i Fakih” taraftarı değildir. Necef ve Kum arasında farklılıklar var tabi ki ancak yine de fikirlerin ve halkın iki taraf arasında özgür bir şekilde yolculuk etmesi için yeterli seviyede ideolojik paralellik ve “kader birliği” anlayışı mevcuttur.

İnsanların ve fikirlerin özgürce hareket edebilmesi olgusu Şii din adamlarının yüzyıllardır önem verdiği bir konudur. Hatta Saddam Hüseyin ve katı Baas Rejimi dahi bunu tam anlamıyla durduramamıştır. İlaveten, 1979 İran Devrimi ve 2003’teki Anglo-Amerikan Irak işgalinin aralarında bulunduğu birçok tarihi hadise, Şii adin adamlarının oluşturduğu yapıların en ağır ve dramatik jeopolitik değişimlerden sağ çıkabileceğini kanıtlamıştır.

En büyük mesele

Irak’ın iç siyasetine dönecek olursak, Ayetullah Sistani ve Necef merkezli Şii hareket, ayrılıkçı Kürt hareketi ve IŞİD tehdidi gibi toplumu son derece kutuplaştıran siyasi kriz zamanlarında Irak siyasetini bir arada tutma başarısını göstermiş olsa dahi, hareket ülkede her geçen gün kötüye giden sosyo-ekonomik krize henüz etkili bir şekilde müdahale edemedi.

Irak’ta son dönemde ortaya çıkan yarı-spontane yarı-organize “sokak protestosu hareketi”, özellikle Şii çoğunluktaki güneyde ve ülkenin tümündeki derin ayrışmaların ne derece yaygınlaştığının en büyük göstergelerinden birisi oldu. Ülkedeki yolsuzluk ve kötü idarenin tetiklediği bu protestolar birçok kesim tarafından Irak’ın kırılgan bağımsızlığının karşısındaki en güncel tehdit olarak değerlendiriliyor.

Ayetullah Sistani, Bağdat’ta yeni bir hükümetin kurulduğu bu dönemde bölge üzerindeki etkisini kullanarak, halkın güveninin tekrar kazanılması adına ciddi ve sürekli bir çalışma başlatılması için bir çağrıda bulunabilir ve bulunmalıdır da.

Tercüme: Mepa News

Makalede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 7075 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Mahan Abidin Arşivi