Siyonizm Mescid-i Aksa üzerinden bir din savaşını nasıl körüklüyor?
İsrail’in Kudüs, El Halil ve Nablus gibi bölgelerdeki Müslümanlara ait kutsal mekanları ele geçirme çabaları ve buna karşı Filistinlilerin göstermiş olduğu şiddetli direniş son sürat devam etmektedir.
‘Dağa Dönüş’ isimli İsrailli kökten dinci Yahudi kolonici grup, İslam dininin üçüncü en önemli kutsal mekânı kabul edilen Harem-i Şerif içinde bir ‘Üçüncü Yahudi tapınağı’ inşa edilmesini savunmaktadır. Bu hareketle bağlantılı ırkçı ‘Kach grubu’ geçtiğimiz günlerde Yahudilerin Hamursuz Bayramı ayinlerinin bir parçası olarak cuma günü Harem-i Şerif de kurban kesme planları olduğunu açıklamıştı.
Hamas bu açıklamaya cevaben bu tür ayinler gerçekleştirilmesine izin vermeyeceklerini ve “bedeli ne olursa olsun” engelleyeceklerini ilan etmiş, Filistin Otoritesi ve Ürdün hükümeti de bu planları kınamıştı. Kach grubu üyeleri geçtiğimiz şubat ayında Müslüman kılığına bürünerek Harem-i Şerif girmiş ve içerde ibadet etmişti.
Camiden sorumlu vakfın Ürdün tarafından atanan başkanı Yahudi tarafından gelen kurban ayini açıklamasının ardından Müslümanların cami içinde Ramazan ayının son on günü itikafa çekilmesinin yasaklanmasına karar vermişti.
Bu karara rağmen aşırıcı Yahudi grupların camiye girmesini engellemek için içerde durmakta ısrar edenlere sabah saatlerinde saldıran İsrail güvenlik güçleri yüzden fazla Müslümanın yaralanmasına neden olmuştu.
Dini yasak
67 savaşı sırasında Doğu Kudüs’ün İsrailliler tarafından ele geçirilmesin ardından o dönemki İsrail Savunma Bakanı Moshe Dayan, o güne kadar Harem-i Şerif’i (Yahudilerin deyimiyle ‘Tapınak Dağı’) idare eden aslen Ürdün merkezli vakfın görevine devam etmesine izin verdi.
İsrail’deki Aşkenaz ve Sefarad Yahudilerinin baş hahamları dahil yüzlerce Yahudi din adamı konu ile alakalı aldıkları kararla Yahudilerin söz konusu bölgede ibadet etmek bir yana orada bulunmalarının dahi yasak olduğunu ilan etti. Bu Halaka kararının gerekçesi olarak da ‘İkinci Mabedin’ yıkılmasının ardından tüm Yahudilerin “saf olmayan-kirli-günahkâr” kabul edilmesini gösterdi.
67’den sonra Doğu Kudüs ve Batı Şeria’ya gelerek dini yerleşimci olan uç fikirleriyle meşhur Haham Zvi Yehuda Kook’un destekçileri dahil olmak üzere kökten dinci hahamlar bile Yahudi dini konseyi tarafından alınan bu yasaklama kararıyla aynı fikirde olduklarını ilan etti.
Fakat özellikle İsrail devleti öncesi dönemde etkin olan terörist grup Lehi başta olmak üzere bazı dindar olmayan nitelikteki aşırıcı Siyonist gruplar, hahamların haksız olduğunu ve Yahudilerin Harem-i Şerif’te bir sinagog inşa etmesi gerektiğini savundu. 1969 yılında Avustralyalı bir kökten dinci Hristiyan El Aksa’yı ateşe vermesinin ardından İsrailliler tarafından gözaltına alındı ancak akıl sağlığı yerinde olmadığı gerekçesiyle hakkında işlem yapılmadan birkaç yıl sonra sınır dışı edildi.
Meseleyi iyice gündeme oturtan isimse İsrail ordusunun baş hahamı iken 1973 yılında Aşkenaz Yahudilerinin lideri seçilen Şolomo Goren oldu. Goren Yahudilerin, İkinci Mabet döneminin sonunda büyütülen kadim tapınağın olduğu bölgeleri ziyaret edip buralarda dua edebileceğini ve bunun alınan Halaka kararına aykırı olmadığını savundu.
Goren’in Yahudilerin 16. yüzyıl öncesinde ‘Dağ’da’ kalıcı bir ibadet alanı inşaat ettiğine dair kanıtlar olduğuna yönündeki iddialar çoğu tarihçi tarafından kabul edilmemektedir.
Müslüman mabetlerinin Yahudilere açılması için verdiği savaş bağlamında Goren, Batı Duvarının 17. yüzyıla kadar Yahudiler tarafından bir ibadet bölgesi olarak kullanılmadığını hatta bu tarihten sonra da Osmanlıların Yahudilerin Harem-i Şerif etrafında ibadet etmesine getirdiği kısıtlamalar nedeniyle bu bölgenin Yahudilerle alakası olmadığını iddia etti. Kendisi bu iddiasında aslında haklıydı.
Müslüman mabetlerine erişim
Goren 94 yılında o dönemin başbakanı Yitzhak Rabin’e yazdığı mektupta “Batı Duvarında bir hak iddia edemeyiz” ifadesini kullandı ve Yahudilerin “Tapınak Dağı” bölgesinde ibadet etmelerine izin verilmesini tavsiye etti.
80’li yıllara gelindiğinde İsrail’in baş hahamları bu fikrin kısmen de olsa kabul edilebilir olduğunu iddia etmeye başladı ve hem Aşkenaz hem de Sefarad Yahudilerinin baş hahamları teknik olarak Harem dışında kalan El Aksa Camiinin arkasındaki güneydoğu köşesine bir sinagog inşa edilmesini teklif etti. Sefarad hahamı ilginç bir şekilde sinagogun mutlaka camiden yüksek olması doğrultusunda görüş bildirdi.
Anlaşılacağı üzere, El Aksa bir yana İngilizcede Batı Duvarı olarak bilinen Burak Duvarı dahi Siyonizm'in iyice kendini kabul ettirdiği dönemden önce asla Yahudiler için dini öneme sahip bir merkez olmadı.
Osmanlı döneminde Filistinli Yahudilerin burada ibadet etmesine izin verilmesine rağmen Siyonist koloniciler ve fanatiklerin duvarı sahiplenmeye kalkması nedeniyle 1920’li yıllarda Filistinli Müslümanlarla Yahudiler arasında yaşanan çatışmaların en büyüğü olan Filistinlilerin ‘Burak İsyanı’ olarak adlandırdıkları olaylarda 200 Yahudi ve Müslüman Filistinli öldü ve bölge adeta yangın yerine döndü.
Goren ve kendisini destekleyen 70 haham 1986’da bir bildirge yayınlayarak Yahudilerin “Tapınak Dağı ve buradaki arazinin büyük bölümüne girip ibadet etmesinin” yasak olmadığını ve bu alanda bir sinagog inşa edilmesinin dinen bir sakıncası olmadığını ilan etti.
90’lı yıllara gelindiğinde ise haham Menachem Schneersohn destekçilerine Harem içinde kutlama yapmaları talimatı vermeye başladı. 1967’de kurulan ve liderliğini Gerşon Salomon’un yaptığı ‘Tapınak Dağı İmanlıları’ isimli oluşum da artık Harem-i Şerif’in arazisi üzerine yapılacak ‘Üçüncü Mabedin’ temellerini atmayı planlamaya başladı.
Aslında başlarda dinle pek alakası olmayan bir İsrail milliyetçisi olan Salomon, liderliğini yaptığı hareketin yayımladığı dinci-milliyetçi yazılardan ve kökten dinci Hristiyan gruplarla tesis ettiği finansal bağlantılardan da anlaşılacağı üzere 90’lı yılların ortalarında dini bir kimlik sergilemeye başladı.
Filistinliler Salomon’un grubunun planlarını protesto ettiler. Bu protestolardan birinin yaşandığı 8 Ekim tarihinde İsrail kuvvetleri 20’den fazla Filistinliyi öldürdü ve 150’den fazlasını da yaraladı. Bu olayın ardından İsrail hükümetinin protestoculara karşı güç kullanması ve Tel Aviv yönetiminin BM Genel Sekreterinin Harem-i Şerif’i ziyaret etmesine izin vermeyi reddetmesi nedeniyle İsrail iki ayrı BM genelgesi ile kınandı.
İsrail’in gerçekleştirdiği katliamın ardından gelen geniş çaplı uluslararası tepki haham Schneerson’un planlarını iptal etmesine neden oldu.
Oslo faktörü
Harem-i Şerif’te Yahudilerin sözde işgal ve ibadet hakkı olduğunu savunan diğer gruplara göre daha da radikal nitelikteki Siyonist oluşumlardan birisi de liderliğini Yehuda Etzion’un yaptığı Hai Ve-Kayam grubuydu. Babası da bir terörist Lehi grubu üyesi olan Yehuda, 80’li yıllarda Kubbet’üs Sahra’yı patlatmayı amaçlayan Yahudi bir terör örgütüne üyelikten İsrail hapishanelerinde yedi yıl yattı.
Eztion ve grubu Harem içinde ibadet etme hususunda ısrar ettiği için İsrail polisi tarafından zorla bölgeden çıkartılırken çekilen görüntüler İsrail’in kolonici toplumunun hem laik hem de dindar kesiminden büyük destek görmesini sağladı.
Benzer iddialarda bulunan grupların belli başlıları arasında Yemin İsrail, Kach, Kahane Hai, Tapınak Enstitüsü, Tapınağı Kurma Hareketi ve Ateret Kohanim gibi yapılar yer aldı.
Oslo Anlaşmaları neticesinde Harem’in idaresinin Filistin Otoritesine bırakılması olasılığından korkan tüm bu gruplar özellikle 94’teki İsrail-Ürdün Barış Anlaşması çerçevesinde İsrail’in Ürdün’ün “Kudüs’teki kutsal Müslüman mabetleri üzerindeki "özel rolüne saygı göstermesi" hususunda imza edilen maddelere muhalefet etmek için harekete geçti.
Siyonist dinci-milliyetçi kolonici-yerleşkeci hareketin merkezi bileşenlerinden birisi olan Yeşa Hahamları Komitesi 97 yılının şubat ayında yayınladığı bildiride Yahudilerin Harem içinde ibadet edebileceğine inanan hahamların bunu yapmasına müsaade edileceğini ilan etti.
Bu gelişmeler yaşanırken diğer yandan da İsrail Anayasa Mahkemesinde görevli birçok hâkim ve bazı siyasi figürler İsrail hükümeti ve baş hahamlığa çağrıda bulunarak Yahudilerin Harem içinde ibadet edilmesine dair dini hükmün iptal edilmesini talep etti. Tüm bu faaliyetler sonucunda Likud Partisi lideri Ariel Şaron 2000 yılının eylül ayında İsrail çevik kuvvet polisleri eşliğinde Harem-i Şerif’i ziyaret etti.
Filistinlilerin bu duruma tepki göstermesiyle birlikte çıkan olaylarda dört Müslüman hayatını kaybederken onlarcası da vurularak yaralandı. Şaron’un ziyareti ikinci İntifadanın ateşini yaktı. Patlak veren hadiselerde sadece bir hafta içinde 70 Filistinli İsrailliler tarafından öldürülürken Ariel Şaron olaylardan beş ay sonra gerçekleştirilen seçimlerde İsrail’in yeni başbakanı seçildi.
Direniş devam ediyor
İkinci İntifada olaylarından sonra İsrail hükümeti en başlarda üç kişiden fazla olmamak üzere Yahudilerin Harem’i ziyaret etmesine izin vermeye başladı. Bu sayı daha sonra dönem dönem arttırılarak 50’nin üzerine çıkarıldı ancak bu kararlar uygulanırken hiçbir şekilde Harem-i Şerif’in idaresini teknik olarak elinde bulunduran vakıf yetkililerinin onayı alınmadı.
2009 yılına gelindiğinde ise aşırı sağcı Yisrael Beytenu Partisi üyesi ve dönemin İsrail İç Güvenlik Bakanı Yitzhak Aharonvitch, Filistinlilere yönelik sarfettiği ırkçı ifadelerin ardından Harem’e girdi. Bu gelişmenin ardından Siyonistlerin provokasyonları ve kutsal mekâna yaptıkları saygısızlıklar artarak devam etti. 2015 yılında da İsrail hükümeti Yahudi grupların Harem-i Şerif’e girerek ibadet etmesini sağlamak amacıyla Filistinlilerin Harem’e girmesini yasakladı.
Bunun üzerine patlak veren olaylar sırasında birçok Filistinli İsrail polisi tarafından vuruldu. Ortamın sakinleşmesinin ardından İsrail hükümeti meclis üyelerinin Harem’i ziyaret etmesini yasakladı ancak Benjamin Netenyahu bu yasağı 2018 yılında kaldırdı.
Yahudilerin dinen (Halaka kararlarına göre) Harem-i Şerif’te ibadet etmesi bir yana buraya girmesinin dahi uygun olup olmadığı İsrail’deki dini gruplar arasında büyük bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Hatta bu mesele o kadar önemlidir ki Netenyahu geçtiğimiz yıl hem muhafazakâr bir haham hem de bir siyasi parti lideri olan şahıs ile anlaşarak Yahudilerin Harem’e girişinin geçici olarak yasaklanması karşılığında söz konusu siyasi partinin koalisyon hükümetine katılmasını sağladı.
Filistinlilerin İsrail koloniciliğine karşı son dönemde gerek İsrail içinde gerek Batı Şeria’da gerek de Gazze’de son dönemde göstermiş olduğu direnişin şiddeti iyice arttı ve İsrailliler başta Cenin olmak üzere tüm Batı Şeria’da Filistinlileri öldürmeye başladı.
Filistinliler yerleşkeci-koloniciliğin Filistinlilerin tüm topraklarını geçmişte nasıl hedef almışsa bugün de aynı şeyi yapmaya devam ettiğinin farkındadır. Bu faaliyetler çerçevesinde İsraillilerin, Kudüs, El Halil ve *Nablus’daki Filistinli Müslümanlara ait kutsal mekanları ele geçirme girişimleri nasıl devam ediyorsa buna karşı çıkan Filistin direnişi de aynı şekilde devam etmektedir.
İsraillilerin Arap liderler arasındaki destekçilerini devreye sokması yani gerek Ürdün hükümetinin Filistin Otoritesine baskı uygulayarak mübarek Ramazan ayında çıkması muhtemel tüm protesto gösterilerini bastırmaya zorlaması gerek de İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki Filistinlilerin tepesine bindiği bir dönemde Mısır hükümetinin Hamas’ı İsrail’e saldırmaması hususunda ikaz etmesi olsun bu ve benzeri girişimler önümüzdeki dönemde işe yaramayacaktır.
Filistinlilerin direniş ve başkaldırıları, ilk kolonici yerleşkecilerin bölgeye gelmeye başladığı 1880’li yıllardan itibaren hiç kesilmedi. İsrail Filistinlilerin gösterilerini durdurmak için istediği tüm Arap liderleri araya sokabilir ancak Siyonist yerleşkeçi-kolonici hareket var olduğu sürece Filistinlilerin direnişi bırakacağına inanmak için ortada hiçbir neden yoktur.
*Nablus’taki Yusuf el-Duveykat isimli Filistinli bir Müslümana ait kabir, azılı Siyonistlerin iddialarına göre İncil’de bahsedilen ‘Yusuf’un Kabri’ isimli yapıdır ancak tarihçiler bu iddiaların gerçeği yansıtmadığını zira söz konusu yapının sadece birkaç asırlık olduğunu ifade etmektedir.
Joseph Massad tarafından kaleme alınan ve Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.