Amerikan istihbaratı muhbirlerle ülkedeki Müslüman topluluklara nasıl zarar verdi?
2000'lerin başında, Güney Kaliforniya'daki Müslüman topluluk büyüyordu. İnanç grubu bir bütün olarak, 11 Eylül'den sonra bir dizi İslamofobik saldırıyla uğraşırken, Los Angeles'ın banliyölerindeki Müslüman topluluk her geçen gün genişliyor gibiydi.
Irvine İslam Merkezi 2004 yılında kapılarını açmasından kısa bir süre sonra, düzenli olarak yaklaşık bin kişiyi Cuma namazı için ağırlar vaziyete gelmişti.
Topluluğun bir üyesi olan Alaaddin Malik "Sığınak kelimesini hafife almıyorum. Tam olarak bu, bir sığınaktı. Kelimenin tam anlamıyla günün koşuşturmacasından uzaklaşabileceğiniz bir yerdi. Medyanın Müslümanlara yönelik saldırılarından uzaklaşabilirdiniz. 11 Eylül'den sonra Müslüman olmakla gurur ve huzur duyabileceğiniz bir yere gelebilirdiniz." diyor.
ABD gizlice izliyor
Sonra, Mayıs 2006'da bir gün, topluluk en büyük korkularının farkına vararak uyandı. Yerel bir gazete, ABD hükümetinin "potansiyel teröristleri tespit etmek" için topluluğu izlediğini ve gizlice dinlediğini duyuruyordu.
Haziran ayında Los Angeles FBI müdür yardımcısı Stephen Tidwell herkesin endişelerini hafifletmek ve 11 Eylül sonrası ülke çapında camileri hedef alan gözetleme savaşına kapılma tehlikesi ya da zararı içinde olmadıklarını söylemek için halka açık bir toplantı düzenledi.
Orada açık ve net bir şekilde FBI'ın camilere muhbir göndermeyeceğini söyledi.
Eski bir ACLU avukatı ve UCLA Hukuk Fakültesi Göçmenlik Hukuku ve Politikası Merkezi'nin eş direktörü Ahilan Arulanantham, Middle East Eye (MEE) sitesine verdiği demeçte "Pek çok insan buna inandı. Ve çok üst düzey bir hükümet yetkilisinin onlara ne yapacaklarını söylediklerinde insanların buna inanmaları anlaşılabilir bir şeydir. Açık şekilde, bunun bir yalan olduğu ortaya çıktı" dedi.
Bu toplantıdan bir ay sonra FBI, toplumda pek çok kişi tarafından Faruk El-Aziz olarak bilinen Craig Monteilh'i, o zamanlar birden fazla camiye ve 120.000 Müslüman'a ev sahipliği yapan California'nın Orange County bölgesine casusluk yapması için gönderdi.
"Müslüman toplumun dokusunu parçalıyor"
Ardından, 2006 ve 2007 yılları arasında, yerel halkın Müslüman toplumun dokusunu parçaladığını söylediği Flex Operasyonu adlı bir FBI operasyonu gerçekleştirildi.
Olaylar, geçtiğimiz pazartesi sabahı davada sözlü savunmaları dinleyen Yüksek Mahkeme'ye kadar giden yasal bir sürece taşındı.
Bununla birlikte, bazı topluluk üyeleri, yaraların muhtemelen önümüzdeki yıllarda da iyileşemeyeceğini belirtti.
"FBI bu kadar aptal olamaz"
Monteilh ile tanışan Müslümanların çoğu, casusluğunun bir parçası olarak gerçekte taşımadığı bu yeni inancına geçişinde yardım sağlamayı umarak onu kollarını açarak karşıladılar.
Alaaddin Malik, bir Cuma namazından sonra Kelime-i şehadet getirmesine tanık olduktan sonra onunla ilk görüşenlerden biriydi. O zamanlar caminin önde gelen bir üyesi olan Malik, imam tarafından Monteilh'in dinin inceliklerini öğrenmesine yardım etmekle görevlendirildi ve ona nasıl namaz kılacağını öğrenmesi için rehberlik etti.
Malik, Monteilh’in inancın geleneği hakkındaki sorularına birkaç hafta boyunca, ta ki bir gün sohbetler cihat konusuna dönene kadar, cevaplar vermeye çalıştı.
Monteilh'e defalarca büyük cihadın, dış dünyadan ziyade kendi içindeki ruhsal savaş olduğuna dair görüşünü anlattı.
Yine de Monteilh bununla ilgilenmiyordu ve sürekli şiddetle ilgili sorular yöneltmeye devam ediyordu.
"Buradaki hangi imamların şiddete ilgi duyduğunu soruyordu. Kimler şiddet yanlısı? Bana cihattan daha fazla bahset, bana cihattan daha fazla bahset, cihattan daha fazla bahset."
Malik son derece endişeliydi, ama o noktada tuzağa düşürüldüğünü düşünmedi. "O kadar çabuk konuya girdi ki FBI'ın bu kadar aptal olmasının imkânsız olduğunu düşündüm. Bu çok açıktı."
Yasir Abdurrahim, birlikte spor yaptığı, kafelerde buluştuğu ve hatta evinde video oyunları oynadığı Monteilh ile benzer bir etkileşime sahip olan başka bir Müslümandı.
Abdurrahim, onun kendisini Müslüman topluluğun yakın bir üyesi gibi hissetmesini istedi. Ancak bu samimi çabalar, Monteilh'in şiddeti ve cihadı gündeme getirmeye başlamasıyla sekteye uğradı.
Kısa süre sonra Abdurrahim, Monteilh’in şiddet içeren planlarına katılmalarını istediğine dair arkadaşlarından çok sayıda telefon aldı.
Bu etkileşimlerin birkaçından sonra, Malik ve Abdurrahim usandılar ve Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi'nin (CAIR) Los Angeles şubesi müdürü Husam Ayluş'a olanları anlattılar.
Ayluş için bu, Monteilh hakkında duyduğu pek çok ipucundan biriydi. CAIR direktörü, Monteilh ile arkadaş olan başka iki Müslümanın arayıp, muhbirin onlarla birlikte Culver City'deki bir camiye gittiklerini ve bu esnada onlardan kendisine bir terör planında katılmalarını istediğini söyledi.
Muhammed el Sisi ve Ahmedullah Niyazi, Monteilh'in "mutfağında hazır bir bomba olduğunu" söylediğini ve onlardan kendisine Orange County'den bir hedef göstermelerini istediğini ifade etti.
"Hayatları altüst oldu"
Niyazi, eyleme karşı Monteilh'i ikna etmeye ve kendilerini bu durumdan kurtarmaya çalışmasına rağmen, o andan itibaren hayatı tamamen alt üst oldu.
Monteilh'i ihbar ettikten sonra, FBI Niyazi'yi yalan yere yemin etme ve göçmenlikle ilgili suçlamalardan tutukladı ve bir mahkeme duruşması sırasında Niyazi'yi "El Kaide lideri Usame bin Ladin ile bağlantıları olan bir terör yanlısı" olarak nitelendirdi. CAIR direktörü Middle East Eye’a verdiği demeçte, suçlamaların düştüğünü ancak Niyazi'nin tüm sosyal çevresinin ondan uzaklaştığını belirtti.
Middle East Eye hem Sisi hem de Niyazi'ye ulaşmaya çalıştı, ancak ikisi de yorum talebine yanıt vermedi.
Ayluş, Monteilh'i FBI'a potansiyel bir terör tehdidi olarak bildirmeye devam etti ancak FBI ilginç bir şekilde harekete geçmedi. FBI ona teşekkür etti ancak tehdit hakkında herhangi bir bilgi istemedi.
"Tam kapatmak üzereyken, 'Bekle, bekle, bekle, bekle. Adına ihtiyacın yok mu? Adresine de mi?' dedim." İşte tam bu anda Ayluş onun hükümet muhbiri olduğundan şüphelenmeye başladı.
Birkaç ay sonra, ABD makamları Monteilh'i tutukladı, ancak bölgede bir öfke patlaması yaşamadan önce değil. Ayluş'a göre, çeşitli kişilere ölüm tehditleri gönderdi ve hatta Niyazi'ye fiziksel saldırıda bulundu.
Irvine İslam Merkezi'nden on mil uzakta, Mission Viejo'daki Orange County İslam Vakfı'nda bulunan İmam Yasir Fazaga, Monteilh'le ilgili anılarıyla yıllarca uğraştı.
Fazaga, Monteilh ile yalnızca bir kez tanışmış ve etkileşime geçmiş, ancak başkaları aracılığıyla kışkırtıcı konuşmalarını duymuştu.
Ancak daha sonra muhbirin camideki ofisine kayıt cihazları yerleştirdiğini öğrenmişti.
İmam, sadece cemaatin manevi lideri olarak değil, aynı zamanda onun hakemi ve sır saklayıcısı olarak da hizmet etti. Lisanslı bir psikoterapist olan Fazaga, her hafta insanların mahrem ve özel düşüncelerini ve kişisel sorunlarını paylaşacakları onlarca danışma seansı düzenliyordu.
Bu yüzden kayıt cihazlarını öğrendiğinde çileden çıktığını söyledi.
Fazaga için, olanlar yüzünden sarsılan sadece kendi güveni değildi. Sonrasında tüm topluluğun parçalandığını gördü ve arkadaşları ve tanıdıklarıyla yüzleşmek onun için zordu.
"Güvenleri zedelendi. Sağlıklı bir insan ilişkisinin en önemli unsuru güvendir. Pek çok insan için camiye gelmek, havraya gitmek, kiliseye gitmek ikinci ailesine gitmek gibidir. Ve bir aile olduğunuzda, istediğiniz son şey ilişkinin gerçekliğini sorgulamak zorunda kalmaktır."
Monteilh daha sonra, FBI'ın kendisine Müslüman kadınlarla cinsel ilişkilere girmesini emrettiği iddiası da dâhil olmak üzere, halka açık medya röportajlarında ve basın toplantılarında operasyon hakkında ayrıntılı bir açıklama yaptı.
Monteilh, faaliyetlerinin ayrıntılı bir açıklamasını sağlamak için ACLU ile birlikte çalışmıştı ve ayrıca dışarı çıkıp eylemleri için af diledi.
Yine de Ayluş gibi topluluk liderleri için sözleri boş geliyordu.
Ayluş "Ona güvenmiyordum. Bunu söyledim. 'Bir kez dolandırıcılık yapan, her zaman bir için bir dolandırıcıdır. Belki samimisin ama sorun şu ki topluma ne yaptın, hayatları mahvettin.'" dediğini belirtiyor.
Fazaga, Malik ve Abdurrahim, hükümeti casusluk kampanyasından sorumlu tutmayı umarak 2011'de FBI'a dava açmak için CAIR ve ACLU ile birlikte çalıştı.
ABD yönetimine karşı dava
Şimdi, on yıllık bir davadan sonra, üçlü Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi ile karşı karşıya. Davaları devlet sırrı içerdiği gerekçesi ile hükümet tarafından gizli bilgilerin ifşa edilmesini engellemek için kullanılan yasal bir mekanizma olan yüksek bir mahkemede görülüyor.
Dava, bu yıl Yüksek Mahkemede devlet sırları kapsamında değerlendirilen iki davadan biri. Diğeri, bir Guantanamo tutuklusunu olan Ebu Zübeyde'nin Polonya'da olduğu iddia edilen bir CIA gizli üssünde gördüğü işkenceyle ilgili ayrıntıları içeren ve onun ABD'ye karşı açtığı davası.
Üç Müslüman Amerikalı için bu dava, FBI'ın eylemlerinin yanlış ve ahlaksız olduğunu netleştirmek ve Amerika'nın "teröre karşı savaşında" bir anekdot olarak kalmamasını sağlamakla ilgili.
Abdurrahim, "Bunu, Müslüman olsun ya da olmasın, başkalarının başına gelmesini önlemek için bir fırsat olarak görüyorum" dedi. ve ekledi:
"Bu dava yaklaşık 10 yıldır devam ediyor. Tekrar tek istediğim, olaylara gerçekten bakmak ve ihlaller, mahremiyet ihlalleri olup olmadığını görmek için adil bir yargılamanın yapıldığına şahitlik etmek.
Bunu yapmak, sisteme olan inancın bir miktar geri kazanılmasına yardımcı olacaktır."
FBI'ın Los Angeles bürosu MEE'ye devam eden dava hakkında yorum yapmayacağını açıkladı.
Dava Fazaga, Malik, Abdurrahim ve Güney Kaliforniya'daki Müslüman topluluk için bir miktar adalet getirme fırsatına sahip olsa da, hasarın çoğu onarılamaz görünüyor.
Monteilh'i de ihbar eden Niyazi, FBI tarafından hedef alınıp işyerine baskın düzenledi ve alenen terör şüphelisi olarak suçlandı. Ayluş, aleyhindeki suçlamaların düşmesine rağmen, etiketin toplum ve ailesiyle olan ilişkilerine sonsuza dek zarar verdiğini söyledi.
Abdurrahim, bir caminin tüm anlamının sonsuza dek değiştiğini ifade etti.
"Bu deneyim, insanlara güvenmemeli miyim, yoksa camiye gitmeli miyim şeklinde iki farklı kararın alınması konusunda gerçekten derin bir şekilde beni etkiledi." dedi.
"Cami benim kimliğimin bir parçasıydı. Şimdi sadece ibadethane olarak kullanıyorum. Oradaki zamanımı ve etkileşimimi kısıtladım."
Davanın diğer davacısı Malik, olayın hemen ardından camiden uzak kaldığını ve hala eskisi kadar aktif olamadığını söyledi.
"Müslüman topluluğu içinde çalışmaktan ayrıldım. Hayatımda radikal bir değişim yaptım ve sağlık hizmetlerine katıldım. Böylece cami cemaati hayatına bir son verdim ve oradaki sorunlarımla baş edemeyeceğime karar verdim." dedi.
"Güven ve mahremiyet de çok zarar gördü. Eskiden her zaman faal olmak durumundaydım, insanlara telefon numaramı verir, onlarınkileri isterdim. Ancak şimdi bunu yapmam mümkün değil. Bir ailem var. Onları riske atamam."
Umar A. Farooq tarafından kaleme alınan bu makale Middle East Eye'da yayınlanmıştır. Yazıda yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.