Baudouin Loos

Baudouin Loos

Avrupa Birliği ve Mısır: Utanç verici ortaklık

Avrupa Birliği ve Mısır: Utanç verici ortaklık

Avrupalı devletlerin ve hatta bizzat Avrupa Birliği'nin (AB), Arap Baharı günlerindeki protestoları bağrına bastığı o günler çoktan geride kaldı. Bugün, Mısır’daki gibi en vahşi diktatörler aynı yatağa girme konusunda en ufak bir vicdan azabı duymuyorlar.

Tüm dünyanın ABD’deki başkanlık seçimlerine odaklandığı gün gerçekleştirilen ilginç bir ziyaret çok az kişi tarafından fark edildi: Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michael, 3 Kasım 2020 tarihinde Kahire’de sadece birkaç saat kaldığı ziyarette Abdulfettah Sisi ile bir görüşme gerçekleştirdi. Brüksel’den yapılan açıklamada ziyaretin gerekçesinin, İslam peygamberinin karikatürlerinin çizilmesiyle Fransa’da yeniden alevlenen krizin Arap dünyası ile Batı arasındaki ilişkileri etkilemesinin kaçınılmaz olduğu bir dönemde en önemli Arap liderlerden birisi ile görüş alışverişinde bulunulması olduğu ifade edildi. Belçikalı devlet adamının Mısır’ın başkentindeyken paylaştığı sosyal medya mesajı tam bir faciaydı:

“Avrupa’daki son saldırılar, bizim en temel değerlerimizi ve vicdan ve ibadet özgürlüğümüzü hedef almıştır. Eğer terörizmle sonuna kadar savaşmakta kararlıysak ortaklarımızla olan diyaloğumuzu derinleştirmek zorundayız. Bugün, güçlerimizi birleştirmek için Mısır’dayım.”

Avrupa'nın çelişkili tutumu

Bu vaka, Mısır Arap Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği arasındaki iletişim bozukluğunu gözler önüne seren çok iyi bir misaldir. Sürekli “temel değerlerinden” dem vuran, Avrupa’nın en geniş kapsamlı siyasi oluşumu ile Akdeniz’in güneyinde bulunan ve acımasız bir diktatörlükle yönetilen bir ülke olmanın hakkını tamamen veren Mısır’ın güçlerini birleştirmesi akıllara birçok soru getirmekte ve hatta bu durum birçok uzman tarafından şüpheli olarak tanımlanmaktadır. Avrupalıların son derece gurur duyduğu o değerler, sahadaki gerçeklerin hamleleri dikte ettiği halihazırdaki ortamda görünüşe göre pek de saygı görmemektedir.

Yakın tarih, Mısır-AB ilişkilerindeki bu yeni önceliklere ışık tutmaktadır. Brüksel’deki Flemish Üniversitesi’nde araştırmacılık yaparken aynı zamanda “euobserver.com” isimli internet sitesinin editörlüğünü yürüten ve Avrupa parlamentosunun liberal grup temsilcisi olarak Kahire’de 2011-2016 arasında görev yapmış bir isim olan Koert Debbeuf“ bence aradan geçen yıllar içinde AB ile Mısır arasındaki ilişkiler evrim geçirdi” diyor.

“2011 öncesinde son derece resmi olan ve gelişmeleri için çok az umut bağlandığı küçük çaplı projelere odaklanan bu ilişkiler daha sonra bölgede bir anda esmeye başlayan demokrasi rüzgarları ile birlikte yoğun iş birliğine dönüşmüş ancak son birkaç yılda Mısır’ın kaçak göç ve terörizm ile mücadele hususlarında “kullanışlı” bir alet olarak görülmesinde ibaret bir hale gelmişti. Bir başka deyişle, 2011 sonrasında ilişkiler her ne kadar bir iyileşme olduysa da bu durum o kadar da abartılacak kadar büyük bir şey değildir. Sadece yerel ekonomi değil aynı zamanda bir bütün olarak topluma ve hatta demokrasiye de yatırım yapılması için en az birkaç seçenek olmasına rağmen Mısırlı liderler o yola girmek istemedi.”

"İşkence sistematik hale getirildi"

Ancak insanı daha da endişelendiren bazı başka meseleler mevcuttur. Müslüman Kardeşlerin yalnızca bir yıl kadar iktidarda kalmasının ardından 2013 temmuzunda gelen askeri darbe sonrası Mısır, Mareşal Sisi’nin özgürlüklerin bastırılması ve her ne olursa olsun en ufak protesto gösterisinin dahi derhal dağıtılması merkezli yönetim sistemi ve demir yumruğu altında bayağı sendeledi. Tunus’ta ikamet eden ve buradaki ofisinden Uluslararası Af Örgütü Kuzey Afrika Birimi bünyesinde araştırmalar yürüten Mısırlı Hüseyin Baoumi şöyle konuştu: “Mısır’daki insan hakları krizi göz alıcı bir şekilde aşikardır.”

“İşkence sistematik hale getirildi. Güvenlik kuvvetleri halihazırdaki terörist karşıtı yasaları kullanarak siyasi muhalifleri, hükümeti eleştiren sesleri ve hatta insan hakları gönüllülerini dahi bastırmaktadır. Bu zulmün kurbanı olan binlerce kişi bir deliğe tıkılıp işkence edildikten sonra mahkemeye çıkarıldı: sadece görevlerini yapan gazeteciler, avukatlar, tek suçu korona salgınının yönetilme şeklini eleştirmek olan insanlar, vb. kim olursanız olun güvende değilsiniz. İfade özgürlüğünün ihlali özellikle internet ortamında normal hale geldi; mesela, insanlar sadece sosyal medya platformlarında fikirlerini paylaştıkları için “yalan haber” yayma suçlamasıyla tutuklanmaktadır. LGBT bireyler de hapse atılma riskiyle karşı karşıyadır. Bir anda ortadan kaybolan insanların haberleri duyulmakta ve idamlar (sadece Ekim ayında yaklaşık 50 kişi, editörün notu) aynı hızda devam etmektedir.”

Washington, Riyad, Abu Dabi ve Tel Aviv’in verdiği desteğe güvenen Mısır rejimi insan hakları meselelerini ele alış tarzına yönelik eleştirileri duymazdan gelmektedir. “Değerleri”, Nil kıyılarında vahşi bir şekilde saldırı altında olmasına rağmen AB öteki tarafa bakmakta veya sadece tamamen resmî açıklamalarla yetinip öğüt vererek kendini tatmin etmektedir. AB bünyesindeki en nüfuzlu devletlerin kutsal bir obje gibi savunduğu “istikrarlı bir Mısır’a ihtiyaç olunduğu” argümanı, Mısır ile Birlik arasındaki ikili ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Açık konuşmak gerekirse, halihazırdaki Mısır yönetimi kendini işe yarar bir ortak olarak gösteren imajını ayakta tutmak için çok dikkatli davranmaktadır. Brüksel’de de ülkenin kaçak geçişler hususunda aldığı sert önlemleri takdir eden seslerin varlığı aşikardır. Avusturya’nın AB dönem başkanlığı yaptığı dönemde, 20 Eylül 2018 tarihinde Şansölye Sebastian Kurtz’ün Mısır için “2016’dan bu yana Avrupa’ya gelmek için yola çıkan mülteciler denize açılmadan durdurmayı başaran tek Kuzey Afrika ülkesi” tanımlaması yapması meseleyi yeteri kadar açıklamaktadır.

Yardımların Kahire tarafından dondurulması

Bu dostane ilişkiler, zaten kendinden bir hayli emin olan rejimin özgüvenini ve hatta kibrini tabii olarak arttırdı. Dolayısıyla son iki senedir Brüksel tarafından planlanan bir dizi iş birliği programı hayata geçirilememektedir zira bu programlar çerçevesinde yapılacak olan yardımlarla alakalı genel maddelerden birisi olan ve ciddi insan hakları ihlalleri yaşanması halinde yardımların askıya alınmasını öngören 26. Madde her seferinde Kahire yönetimi tarafından reddedilmektedir. Mısır Dış İşleri Bakanlığı, Sisi’nin yönetime geldiği 2018’den bu yana, Avrupa Komisyonu’na resmi olarak bu 26. Maddeyi tanımadığını ve bundan sonra da tanımayacağını iletti.

Mısır’ın bu tavrı karşısında geri adım atmak zorunda kalan Avrupalılar şu şekilde orta yolu buldu: en azından, göreceli olarak belalı muhitlerin rehabilitasyonu gibi, insan hakları ile doğrudan alakası olmayan ve sosyo-ekonomik sektörleri ve sivil toplumu desteklemeye yönelik bazı programlara, Sisi rejiminin taleplerini kabul ederek devam edilmektedir. Mısır devletinin bu durumu bir prensip meselesine çevirmesi nedeniyle, 26. Madde özelinde AB ile Mısır arasındaki halat çekme yarışı devam etmektedir.

Bugün gelinen noktada, Kahire’deki durumdan haberdar gözlemciler, Dış İşleri Bakanlığı’nın güvenlik kuvvetleri tarafından baskı altında olduğunu ve teknik bakanlıkların günah keçisi yapıldığının gayet iyi farkındadır. Başka bir deyişle, AB ile Mısır arasındaki iş birliği meselesi siyasi gerginlikler tarafından rehin alınmış vaziyettedir.

Halihazırda Mısır rejiminin risk alması için önünde çok da büyük bir sebep bulunmamaktadır zira AB tarafından gönderilecek yardımların miktarı Sisi’yi hiç heyecanlandıracak türden değildir. Bugün bu yardımların toplam değeri 1,3 milyar euro civarındadır. Bu meblağın içinde bütçesel yardımlar, sektörel yardımlar, kalkınma kurumlarına yapılacak katkılar, kamu ortakları ve STK’lara yapılacak hibelerin hepsi yer almaktadır. Biraz önce zikrettiğimiz kötü muhitlerin rehabilitasyonu için her yıl Mısır’a tahsis edilen miktar 115 milyon euro civarıdır. Bu, 100 milyon nüfuslu bir ülke için o kadar da büyük bir miktar değildir. Aynı tür proje kapsamında Fas 200, Tunus ve Filistin 300’er milyon euro almaktadır. ABD’nin yardımları ve IMF tarafından verilen krediler göz önüne alındığında 115 milyon gibi bir meblağ devede kulak kalmaktadır. Ancak tabi ki, ABD ve IMF borç verirken AB fonlarının bir hediye olduğu unutulmamalıdır.

AB, etkinliği ön planda tutarak, su, enerji, KOBİ’lerin kredilere erişimi ve Kahire’deki kötü muhitlerin kalkındırılması programları gibi sadece belli alanlara odaklanmaktadır. Birkaç STK’ya sağlanan ve içeriği biraz daha gizli yardımları burada sayabiliriz ancak şimdilik AB, bu meblağları gitmesi gereken yerlere gönderememektedir.

Büyük Avrupa devletlerinin Mısır’daki bu vaziyet karşısında çok da endişe oldukları söylenemez. Onların bakış açısında göre, ticaret, göç ve anti-terör faaliyetleri bütün diğer meselelerden sonsuz kat daha fazla önemlidir. Dolayısıyla, mesela Fransa, Almanya ve İtalya, genellikle savaş jetleri, denizaltılar ve firkateynlerden kullanılacak olan ve değeri toplamda milyarlarca dolar tutarındaki mühimmat satışlarına öncelik vermektedir.

Yani, bu devletler bir yandan Avrupa Konseyi bünyesindeki açıklamaları ile insan hakları hususunda atıp tutarken diğer yandan bu devletlerin, Mısır veya Kahire’deki iki taraflı elçilikleri ile bir kredi anlaşması veya başka bir mukavele imzalarken insan hakları ile alakalı herhangi bir kısıtlayıcı madde ile uğraşmak zorunda olmayan kalkınma ajansları veya bankalar milli çıkarları bir risk altında olmadığı için aynı kararlığı göstermekten uzaktır.

Zaruri bir ortak

Avrupa’nın ticari çıkarlarına ilaveten, Mısır rejimi elindeki kartları çok iyi kullanmaktadır: İnsan Hakları Çalışmaları Kahire Enstitüsü’ndeki üst düzey AB taraflılık temsilcisi, Brüksel’e gerçekleştirdiği bir ziyaret sırasında “en az 2015’ten beridir” diye söze başladı.

“Yetkililer, bazen gayet gizli bazen de gayet açık nitelikte ancak söz konusu AB’nin Orta Doğu ve Akdeniz’deki stratejileri ile sınır kontrolü ve anti terör operasyonları hususları çerçevesinde Mısır’ın sözde “zaruri” bir ortak rolünün pekiştirilmesi olduğunda her zaman gayet etkili olan bir siyasi ve diplomatik oyun idare etmektedir. Bu vaziyet, AB-Mısır ilişkileri hususunda bazı sorunlara yol açmaktadır zira ne AB ne de çoğu üye ülke, Mısır’ı yönetenlerle demokrasi, insan hakları veya hukukun üstünlüğü gibi meseleler yüzünden karşı karşıya gelerek ülkenin iş birliğini kaybetmeyi göze alamamaktadır.”

Brüksel adına bir gözlemci olarak görev yapması hasebiyle bazı meselelerde daha fazla malumatı olan Leslie Piquemal konunun Avrupa tarafını şöyle görmektedir:

“İşin Avrupa tarafında aynı anda hem etkisiz hem de tutarsız bir kombinasyon vardır: bir yanda, mesele insan hakları, Mısır ordusunun statüsü ve nüfuzu, Libya’da Hafter’in askeri manada desteklenmesi vb. tartışmalı konulara geldiğinde genelde son derece zayıf veya BM İnsan Hakları Konseyi’nde yapılan konuşmalar gibi medya tarafından fazla işlenmeyen resmi kanallara sıkıştırılmış veya toplamda 4.400 kişinin tutuklandığı veya güvenlik güçleri tarafından kaçırıldığı geçen yılın eylül ayındaki protesto gösterilerinin bastırılması örneğinde olduğu gibi endişe verici gelişmeler karşısında bazen görünmez ve sanki yokmuş gibi davranan bir iletişim diplomasisi vardır.”

Aynı zamanda, “Mısır ile yürütülen ilişkilerin, sosyo-ekonomik alanlardaki mali yardımlar, alt yapı, Filistin gibi bölgesel meselelerde iş birliği, doğal gaz, vb. “olumlu” yanları söz konusu olduğunda ise AB diplomasisi son derece açık, göreceli olarak hakkında konuşulan ve son derece tutarlı bir hale bürünmektedir.”

"Avrupa Parlamentosu"

Avrupa’nın şerefini kurtarmak için Avrupa Parlamentosuna bakmamız gerekir zira ne yazık ki yapısı gereği anlam ifade edecek herhangi bir yaptırım gücü olmamasına rağmen AP, geçtiğimiz son birkaç yıl içinde Mısır’daki insan hakları hususunda dört ayrı acil kodlu karar aldı. Bu kararlardan ilki, İtalyan araştırmacı Giulio Regeni’nin, 2016 yılında, Mısırlı istihbarat “servisleri” tarafından skandal bir şekilde Kahire’de öldürülmesinin ardından alındı. Son olarak da 22 Ekim tarihinde 222 Avrupalı ve milli Parlamento üyesi tarafından altına imza atılan ve Başkan Sisi’ye gönderilen açık mektupta “siyasi hükümlülerin serbest bırakılması ve insan hakları ihlallerine bir son verilmesi” talep edildi.

Tabi bu sözlü girişimlerin yanı sıra, Josep Borrell’in 3 Eylül 2020 tarihinde Kahire’ye gerçekleştirdiği ziyaretin de ispatladığı üzere AB’nin idari kurumlarının diplomatik mesaisi “ben ekmeğime bakarım” kaidesi etrafında devam etmektedir. Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi İspanyol siyasetçi, ziyareti hakkında son derece “ahlaki olarak yükseltici” bir sosyal medya mesajı yayınladı: “Kahire ziyaretim, Başkan El-Sisi ile derin bir fikir alışverişi ile başladı. Mısır bölgede anahtar bir rol oynamaktadır ve biz meselelerdeki ortak çıkarlarımız hususundaki iş birliğimizi arttırmak ve ilişkilerimizi güçlendirmek için elimizden geleni yapmaktayız. AB ve Mısır birbirinin güvenilir ortağıdır.”

Ona zaten ne şüphe!


Baudouin Loos tarafından kaleme alınıp Orient XXI'da yayınlanan makale, Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir.

Bu yazı toplam 18318 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Baudouin Loos Arşivi