Marco Carnelos

Marco Carnelos

Dünya düzenini tehdit eden Çin değil ABD

Dünya düzenini tehdit eden Çin değil ABD

Yaygın görüş, 21. yüzyılın en önemli jeopolitik savaşının ABD ile Çin arasında yaşanacağını söylemektedir.

Bu bağlamda, Batılı ana akım söylem ABD'yi, Washington'un İkinci Dünya Savaşı'ndaki zaferinden bu yana yarattığı ve liderliğini yaptığı sözde "kurallara dayalı dünya düzenini" korumaya ve uygulamaya kararlı olarak tasvir etmektedir.

Bu kurallara dayalı düzen, yaklaşık 80 yıl önce Birleşmiş Milletler'in doğuşundan bu yana birçok sözleşmede kodlanan uluslararası hukuka uygun olmalıdır. Ama bu düzen kurallara uygun işlememektedir.

Bu kurallara dayalı düzen en iyimser durumda ancak uluslararası hukukun seçilmiş yönlerinin ABD/Batı tarafından yorumlanmasını yansıtabilir.

En iyi ihtimalde, bu kurallara dayalı düzen, uluslararası hukukun belirli yönlerinin Amerikan/Batılı yorumunu yansıtır. En kötü ihtimalde ise uluslararası hukuk, Batı'nın çıkarlarına uygun olarak çarpıtılmıştır.

Her iki durumda da amaç Batı'nın jeopolitik çıkarlarına hizmet etmek ve hegemonyasını meşrulaştırmaktır. Elbette kibirden gözleri kör olmuş Batılı güçler, bu "kuralların" sözde kendi çıkarlarına uygun olduğu için tüm insanlığın çıkarlarına da hizmet ettiğine inanmaktadır. Halbuki yanılıyorlar.

Aynı Batılı ana akım söylem, Çin'i bu kurallara dayalı düzene yönelik başlıca tehdit olarak tasvir etmekte ve Asya ulusuna bu düzene meydan okuma ve onu değiştirme iradesi ve kabiliyeti atfetmektedir.

ABD ve müttefiklerinin bu tür sonuçlara varmış olması, Batılı liderlerin analiz ve karar alma süreçlerini karakterize eden felaket boyutundaki bilişsel uyumsuzluğu ortaya koymaktadır.

Diplomatik başarısızlıklar

ABD'nin aksine neredeyse yarım asırdır ordusunu yurt dışında konuşlandırmayan (son örnek 1979 Vietnam) Komünist Çin'e Batılı ülkelerin bu tür yıkıcı niyetler atfetmesi olağanüstü bir durumdur.

ABD'nin aksine Çin hiçbir zaman başka bir ülkeye müdahale etmemiş ya da başka bir ülkeye karşı darbe düzenlememiştir. ABD'nin aksine, BM Güvenlik Konseyi tarafından yasal olarak yetkilendirilenler dışında hiçbir ülkeye karşı tek taraflı yaptırım uygulamamıştır. Ayrıca, ABD'nin aksine, yurt dışında sadece bir askeri üsse sahiptir (Cibuti'de) ve donanması -yine ABD'nin aksine- esas olarak ülkenin en önemli ikmal hattını oluşturan Güney Çin Denizi'nde devriye gezmektedir.

Çin'in ana toprak iddiası, Pasifik Okyanusu'nda kıyılarına yakın bir ada (Tayvan) ile alakalıdır. 1972'den bu yana, üç ortak ABD-Çin bildirisi yoluyla Washington, Tayvan'ın Çin ana karasının bir parçası olduğunu kesin olarak tanımıştır. Herhangi bir belirsizliği ortadan kaldırmak için ABD, Tayvan'ın Birleşmiş Milletler'den çıkarılmasını kolaylaştırarak koltuğunu Komünist Çin'e vermesini sağlamıştır.

Bu son derece ölçülü ve sorumlu davranış Çin'i kurallara dayalı düzen için bir tehdit olarak nitelendiriyorsa, ABD ve en yakın müttefiklerinin, özellikle İsrail'in, davranışları nasıl değerlendirilmelidir?

ABD'nin mi yoksa Çin'in mi kurallara dayalı dünya düzeni için en büyük tehdidi oluşturduğunu değerlendirmek için bir başka ilginç ölçüt de gezegenin en sorunlu bölgesi olan Orta Doğu'daki davranışlarıdır.

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana ABD, sözde bölgede barış ve istikrarı teşvik etme konusunda ayrıcalıklı bir rol üstlenmiştir. Buna "Pax Americana" (Amerikan Barışı) adı verilmiş olsa da, son zamanlarda bu role barışçıl dışında her şey denebilir.

ABD diplomasisi bir zamanlar, 1973 Yom Kippur Savaşı'ndan sonraki mekik diplomasisinden İsrail ile Mısır arasında barışı sağlayan 1978 Camp David Anlaşması'na ve 1994'te İsrail ile Ürdün arasında imzalanan barış anlaşmasına kadar önemli başarılara imza atmıştır.

Ancak son otuz yılda ABD'nin bölgedeki "sihirli dokunuşları" neredeyse sistematik olarak başarısız olmuştur.

Çin ve Orta Doğu

Bu başarısızlıklar, 2000 yılında İsrail-Filistin anlaşmasının çökmesinden, 2001'de Afganistan ve 2003'te Irak'ın yeniden işgali de dahil olmak üzere Orta Doğu'nun tamamında "teröre karşı savaş"tan, 20 yıl sonra Kabil'den utanç verici bir şekilde çekilmeye ve 2011'den sonra Irak'ın İran yanlısı milislere teslim edilmesine kadar her şeyi kapsamaktadır.

Bunlara ek olarak 2011'de Suriye'de "Esed gitmeli" politikası, ardından ülkenin Arap Birliği'ne yeniden kabul edilmesi ve Şam'daki Arap ve Batı elçiliklerinin yeniden açılması, 2015'te İran'la yapılan akıllı nükleer anlaşma ve üç yıl sonra Trump yönetiminin aynı anlaşmadan utanç verici bir şekilde çekilmesi de yer alıyor.

Buna ek olarak, ABD'nin başarısızlıkları, sadece İsrail'in çıkarlarına hizmet eden taraflı Abraham Anlaşmalarını ve Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde soykırım ve insanlığa karşı suç işlemekle suçlanmasına yol açan Gazze'ye yönelik ölümcül saldırısında İsrail'e verdiği körü körüne desteği de kapsamaktadır.

Bir diğer tarafta da Orta Doğu'ya geç gelen Çin var.

ABD'nin aksine Çin'in bölgede hiçbir askeri üssü bulunmuyor ve İsrail ile Lübnan arasındaki kritik sınırda devriye gezen ve inceleme yapan BM'nin zorunlu kıldığı UNIFIL misyonunda görev alan birkaç yüz asker dışında tek bir asker bile konuşlandırılmadı.

On yıllardır Çin'in Orta Doğu'daki ana kaygısı bölge ülkeleriyle ekonomik ve ticari ilişkiler geliştirmek oldu ve her iki konuda da başarılı oldular. Çin, Mısır, İran ve Körfez İşbirliği Konseyi'nin tüm üyeleriyle stratejik ekonomik anlaşmalara ve İsrail ile iyi ilişkilere sahip.

Son dönemde Çin'in diplomatik çabaları iki önemli başarıya imza attı.

2023 yılında, Tahran'da rejim değişikliğini tetiklemek için İran'ı izole etmeyi amaçlayan ABD'nin tercih ettiğinden çok farklı bir siyasi yol izleyen Çin, bölgedeki en önemli iki oyuncu olan İran ve Suudi Arabistan arasında bir yakınlaşmaya aracılık etti.

Bu yılın başlarında Çin, başta El Fetih ve Hamas arasında olmak üzere farklı Filistinli gruplar arasında uzlaşma görüşmelerini başarılı bir şekilde teşvik ederek bir başka önemli mutabakata aracılık etti.

Dürüst ara bulucu

Bu diplomatik başarı küçümsenmemelidir zira Filistinliler arasında on yıllardır süregelen bölünmeler başarılı bir barış sürecinin önünde önemli bir engel teşkil etmiştir.

İsrail yıllardır müzakereler için güvenilir bir ortağı olmadığını iddia ediyor. Elbette 1980'lerden bu yana İsrail, tam da barış görüşmeleri için bir ortağı olmadığı söylemini sürdürebilmek ve böylece işgal altındaki toprakları ilhak etmeye devam edebilmek için farklı Filistinli gruplar arasındaki bölünmeleri aktif olarak körükledi.

Filistinli gruplar Pekin'de varılan mutabakatlara saygı gösterir ve gereğini yerine getirirse bu, gelecekte daha inandırıcı bir barış süreci için çok önemli bir ilk adım olabilir.

Başka bir deyişle, ABD büyük miktarda silah göndererek, BM Güvenlik Konseyi'nde İsrail'in işlediği suçlara kalkan olarak ve Gazze'de ateşkes sağlamak ve İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını güvence altına almak için şimdiye kadar başarısız bir şekilde İsrail'in soykırımına güçlü bir destek verirken, Çin daha inandırıcı ve kalıcı bir barış süreci için gerekli ilk adamı atmıştır.

Tarihten doğru dersler çıkararak ve ABD'nin İsrail-Filistin anlaşmasını destekleme konusundaki uzun başarısızlık listesini göz önünde bulundurarak Çin, İsrail ve Filistin arasında ara bulucu rolünün başarı şansının daha yüksek olduğunu meşru bir şekilde iddia edebilir.

Kesin bir nokta var: Pekin bir kez daha Washington'un aksine dürüst bir ara bulucu olacaktır.

Çin'in buradaki başarısı bahsettiğimiz kurallara dayalı düzeni önemli ölçüde destekleyebilir, ancak doğru olan düzeni yani uluslararası hukuka ve uluslararası insancıl hukuka saygılı olanı. ABD ve müttefiklerinin sıklıkla iddia ettiği gibi mevcut kurallara dayalı düzen, Batı'nın ikiyüzlülüğünü ve çifte standartlarını gizlemeyi amaçlayan anlamsal bir hileden başka bir şey değildir.

Çin, Küresel Batı'nın kurallara dayalı düzenine meydan okumuyor. Sadece uluslararası hukuka saygı gösterilmesini, çifte standart olmaksızın tüm devletlere tutarlı bir şekilde uygulanmasını ve nihayet yanıltıcı batı terminolojisinin bir kenara bırakılmasını talep ederek Küresel Batı'nın dışında kalanlara katılıyor.


Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2475 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Marco Carnelos Arşivi