Marwan Bishara

Marwan Bishara

İsrail iç savaşın eşiğinde mi?

İsrail iç savaşın eşiğinde mi?

İsrail'in Filistinlilere karşı onlarca yıldır sürdürdüğü sömürgeci ve dini savaş, Yahudilerin iç savaşa varan iç çekişmeleriyle sonuçlanmış durumdadır.

Yüz binlerce kişi hükümete karşı sokaklarda yürümeye devam ederken, Cumhurbaşkanı bir uçurumun kenarında durulduğu uyarısında bulunmuştur. Önde gelen yorumcular ise bir iç savaşın çoktan başladığı konusunda uyarmaktadır.

Bu sıcak çatışma esas olarak iki tür Siyonizm -1967 öncesi ve sonrası Siyonizm- arasında, başka bir deyişle daha liberal ve seküler Siyonizm ile daha fanatik ve faşizan Siyonizm arasındadır.

Bu Siyonizm türleri son elli yıl boyunca farklılıkları konusunda uzlaşmayı başarmış olsa da, İsrail'in derinleşen işgale dayalı ayrımcı Yahudi üstünlüğü sistemi, İsrail toplumu içindeki aşırı unsurlara büyük bir ivme kazandırmıştır.

Bu durum altı partiden oluşan yeni bir hükümet koalisyonunun kurulmasıyla da sonuçlanmıştır ki bunların beşi aşırı Ortodoks, aşırı Siyonist yahut her ikisi birden olan, "dindar" partilerdir.

İsrail toplumunun en aşırı ve ırkçı unsurlarından biri olan bu hükümet, İsrail'in yargısını parlamento çoğunluğuna tabi kılarak Yahudi toplulukçu demokrasisini fanatik bir Yahudi otokrasisine dönüştürmeye kararlıdır ve bu da hükümet sistemini değiştirmenin yolunu açmaktadır.

Biraz tarih bilgisi açıklığa kavuşturmaya yardımcı olabilir.

Tarihin anlattıkları

İsrail'in liderleri, ülkenin yerleşimci bir sömürge devleti olarak kurulduğu 1948 yılından bu yana, farklı göçmen toplulukları arasındaki gerilimleri yasal demokratik süreçlerle yöneterek ABD, Kanada ve Avustralya gibi diğer yerleşimci devletlerin izinden gitmiştir. Örneğin Iraklı, Polonyalı, Faslı ya da Rus göçmen toplulukları arasındaki farklılıkları uzlaştırmanın tek yolu budur. Söylemeye gerek yok ama bu durum 1966'ya kadar doğrudan askeri kontrol altında yaşayan Filistinli İsrail vatandaşları için geçerli değildir.

Bu dönem boyunca, laik Aşkenaz elitleri -ki bunlar Filistin'in ilk yerleşimlerini oluşturan ve yöneten İşçi Hareketi'nde bir araya gelmişlerdi- daha muhafazakar Sefarad göçmenlere ve dini gruplara karşı bir avantaja sahiptiler ve toprağın efendileri oldular.

Ancak 1967 savaşı bunu değiştirmiştir. Doğu Kudüs'ün ve yeni işgal edilen toprakların geri kalanının işgali ve buralara yerleşilmesi, o zamandan beri mesihçi, fanatik ve aşırı milliyetçi İsraillilere canlılık ve ivme kazandırmıştır.

Bu hareket ilk kez 1977 yılında iktidara gelmiştir. Marjinalleşmiş Sefarad Yahudilerinin ve "Büyük İsrail Toprakları" ya da tarihi Filistin'in tamamının kontrolünü hayal eden birkaç İşçi Partisi liderinin desteğiyle...

O zamandan bu yana, ekonomik ve askeri destek şeklindeki Amerikan suç ortaklığı, radikal İsrail sağına çok ihtiyaç duyduğu ivmeyi kazandırmıştır. Son zamanlarda ise Arap ve Filistinlilerin fanatik İsrail'e taviz vermesi, bunların ırkçılığını daha da sertleştirmiştir. Filistin yönetimi, İsrail'in giderek güçlenen ayrımcı sistemine koruma sağlamak için kendi halkını baskı altında tutmakta, bu da onun hayatta kalmasını İsrail için bir gereklilik haline getirmektedir.

Aynı şekilde, otokratik Arap rejimlerinin "barış için toprak" formülünden vazgeçmeye ve sömürgeci İsrail ile koşulsuz barış ve normalleşmeye imza atma istekliliği, Netanyahu ve fanatik müttefiklerine fanatik yayılmacı politikalarını ikiye katlamaları için meşruiyet ve gerekçe sağlamıştır.

Yüzlerce yasa dışı Yahudi yerleşiminde yüz binlerce yerleşimci Filistin'in her yerinde çoğalıp İsrail ile işgal altındaki toprakları arasındaki çizgileri bulanıklaştırdıkça, iktidardaki faşistlerin içe dönmeleri ve ne olursa olsun Filistin'de olduğu gibi İsrail'de de fanatizmlerini pekiştirmeye çalışmaları an meselesiydi.

Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in destekçileri silah taşıma çağrısını yerine getirdiğinde, bu silahlar sadece Filistinlilere karşı değil, aynı zamanda nefret ettikleri laik, liberal İsraillilere karşı da kullanılacak.

Bu pek de beklenmedik bir durum değildir.

"Yahudi-Nazilerin yükselişi"

Aslında, İsrail'in önde gelen bilgelerinden Prof. Yeshayahu Leibowitz, elli yıldan daha uzun bir süre önce, 1967 savaşından sonra, dini-mesihçi bir dünya görüşünden kaynaklanan ve işgal ve yerleşim girişimiyle körüklenen ırkçılık, şiddet ve nefretin, kendi ifadesiyle "Yahudi-Nazilerin yükselişine" yol açacağını öngörmüştü.

Ve on yıl önce, önde gelen İsrailli yazarlardan merhum Amos Oz, işgal altındaki topraklarda, bugünün hükümet bakanlarının sıkı destekçisi olan ve işgal altındaki Batı Şeria'da Filistinlilere karşı pogromlar düzenleyen şiddet yanlısı Yahudi fanatikleri "İbrani neo-Naziler" olarak adlandırdı.

Tüm bunlar şu soruyu akla getiriyor: Sokakları dolduran daha laik ve daha az fanatik İsrailliler neden derinleşen apartheid ile yükselen mesihçi faşizm arasındaki bağlantıyı görmek istemiyor ya da göremiyor?

Kısa cevap, birçoğu buna isteksiz ve birçoğunun da bunun için kapasitesi yok. İsteksiz olanlar faşizm ile apartheid arasında bağlantı kurmanın hareketi parçalayacağından ve ivmesini zayıflatacağından endişe ediyor olabilir. Aradaki bağlantıyı göremeyenler ise kendi pastalarını yemeye devam etmek istiyorlar. İsrail'in Yahudi üstünlüğünü ve Filistin'deki baskıcı işgalini sürdürürken laik, liberal ve demokratik olabileceği ve olması gerektiği konusunda ısrar ediyorlar.

İsrail parlamentosunun yapısına bakılırsa, ikinci kamp hükümete karşı muhalefetin çoğunluğunu oluşturuyor ve askeri rütbeliler ile şirket elitleri arasında geniş bir takipçi kitlesine sahipler. Eğer Netanyahu'nun şahsına son derece güvensiz olmasalardı, Ulusal Birlik, Yisrael Beytenu ve hatta Yesh Atid gibi partiler, radikal sağ parti Likud'un başka bir lideri tarafından yönetilen daha seküler bir koalisyon hükümetine hevesle katılabilirlerdi.

Bu partiler aslında mevcut koalisyon hükümetiyle, sistemin Yahudilere yönelik liberalliğini bir şekilde korurken İsrail içindeki ve işgal altındaki topraklardaki Filistinlilere yönelik ırkçı gündemini ilerletmesine izin verecek yasa önerileri konusunda bir uzlaşmaya varabilir.

Bu, durumu sakinleştirebilir, sokak protestolarını sona erdirebilir ve normallik görünümünü geri getirebilir. En azından bir süreliğine. Ancak hiç kuşkunuz olmasın, cin şişeden çıktı ve kenar mahallelerden iktidarın merkezine taşınan, çatışma ve savaştan beslenen fanatikler, ne olursa olsun, mesihçi "kurtuluşları" tamamlanana kadar durmayacaklar. Bu "kurtuluş" tercihen apokaliptik olacak.

Alevlenen laik-dinci çatışmasının İsrail'i eninde sonunda nereye götüreceğini bilmiyorum. Ancak Batı'da İran'ın nükleer silah sahibi olmasını engellemeye kararlı olanların, giderek daha fanatik bir nükleer devlet haline gelen ve giderek kendisiyle savaşan İsrail'e verdikleri desteği kesmeleri gerekiyor.


Marwan Bishara tarafından kaleme alınan ve Al Jazeea'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 1607 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Marwan Bishara Arşivi