'Müslüman yasağı', berbat bir zincirin son halkası
ABD Başkanı Donald Trump’ın çoğunluğu Müslüman olan yedi ülkeden seyahat edenlerin ve gelen mültecilerin ülkeye girişine yönelik koyduğu yasak, Amerika’da uzun süredir var olan bedbaht bir zincirin sadece son halkası.
Trump’ın talimatından etkilenen yedi ülke (İran, Irak, Libya, Somali, Sudan, Suriye ve Yemen) 11 Eylül’ü takip eden günlerden bu yana var olan Amerikan göç yasası uyarınca seçilip diğerlerinden ayrıldı.
Fakat daha spesifik olursak: Trump’ın talimatı sadece Suriye’yi isim olarak listeliyor. Diğer ülkelere, 2015’te Obama döneminde çıkarılan 8 U.S.C. 1187(a)(12) Yasası üzerinden referans veriyor (Bu cihetle, mevcut listenin Trump’ın işleriyle hiçbir alakası yok. Bu listeyi o oluşturmadı, ayrıca Suudi Arabistan’ı 11 Eylül sonrası inceleme hususunda es geçen ilk Amerikan Başkanı da değil). Orwellyan bir isme sahip olan, 2015’teki Vize İstisnası Programını Geliştirme ve Teröristlerin Seyahatlerini Engelleme Yasası, hedefe koyduğu ülkeleri daha önce ziyaret etmiş kişilerin Amerika’nın vizesiz seyahat programından faydalanmasını yasaklıyordu. Örneğin, İngiliz vatandaşları bu ülkelere seyahat etmediği takdirde ABD’ye vizesiz girebilirken aksi durumda yurtdışındaki bir Amerikan büyükelçiliği veya konsolosluğunca sorgulanmalı ve pasaportlarına basılı bir vize almak durumundaydılar. Bu kural, bir gazeteci veya sağlık yardımı için seyahat etseler dahi geçerliydi.
Trump her ne kadar kendi sığ tarzında “aşırı bir güvenlik incelemesi” önermiş olsa da böyle bir süreç George W. Bush döneminden beri ve Barack Obama döneminde devam ederek vardı ve bugün de sürüyor. Bunun oldukça Orwellyan bir adı da var: “İdari işlemler”. O listedeki ülkeler de şu anki yedi ülkeyle aynıydı. Bu ülkelerden insanlar, seyahatlerini geciktirecek ayrı bir vize prosedürüne tabiydi, çünkü farklı istihbarat ajanslarınca sorgulanmayı beklemek durumundaydılar. Bazı başvurular süresiz olarak askıda kalırdı. Fakat Dışişleri Bakanlığı çalışanları tarafından bu adımların herhangi birine yönelik kitlesel muhalefet notları görmezdiniz. Mültecilerin bu hafta sıkça duyduğumuz kişisel hikâyeleri son derece duygusalken, hikayelerde tartışılmayan olgu şuydu ki diğer ülkelere kıyasla ABD zaten kabul ettiği insan sayısı bakımından oldukça eli sıkı bir ülke.
Amerika, mülteciler için yıllık bir üst limit koyuyor: 2016 için bu 85,000’di. 85,001. mülteci, ne kadar çaresiz durumda olursa olsun, bir sonraki yılı beklemek zorundadır. 2006’ya dönersek, bu limit 70,000’di (hatta ikrar edildiği kadarıyla gerçekte 50,000’den azdı). Tarihe bakılınca, ABD her ne kadar mültecilere kucak açmak yerine onlara korku verse de geçmişte bu ülkeye mülteci akınları oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelen Holokost’tan hayatta kalanlar (Amerikalıların yarısı tarafından gelmelerine karşı çıkılan 650,000 yurdundan edilmiş insan) ve “botla gelen Vietnamlılar” (Amerikalıların %57’sinin gelişine karşı çıktığı 130,000 insan) bunlara örnektir.
ABD, 1980’den beri toplamda 2 milyondan daha az mülteci kabul etti ve bunların yüzde 40’ı, ailelerince eşlik edilen mülteci çocuklardı. Buna karşın –sadece mültecilerle sınırlı olmasa da- Obama yönetimi tek başına 2.5 milyon insanı sınırdışı etti.
30 Amerikalı vali, eğer yapabilirlerse kendi eyaletlerine gelen Suriyeli mültecileri kabul etmeyeceklerini belirttiler. Amerikalıların yaklaşık yüzde 60’ı, Suriyeli mültecilerin kabul edilmesine karşı. Anketlere göre, Amerikalıların hemen hemen yarısı “teröre meyilli bölgelerden” gelen göçün yasaklanmasını destekliyor.
Suriyeliler için ise 2016 kotası 10,000 idi. Buna karşın sadece Kanada 25,000 Suriyeliyi kabul etti. Almanya -2015’te 1 milyona yakın mülteciyi kabul etmesini takiben- farklı ülkelerden 300,000 mülteciyi kabul etti.
8 U.S.C. 1152 Sec. 202(a)(1)(A) Yasası, göçmenleri “milletleri, doğum yerleri veya ikamet yerleri” sebebiyle yasaklamayı hukukdışı kılıyor. Fakat aynı yasa bir yandan turistler ya da öğrenciler gibi göçmen olmayanları ve mültecileri aynı sebeplerle yasaklamaya bir şey demiyor.
Ayrıca, legal göçmenler salt milletleri ya da doğum yerlerine göre yasağa maruz kalmasalar da belli ülkelerden gelen göçmenlere yıllık limit koymak, yasağa yakın bir etki doğuruyor. Örneğin, Filipinli ve Meksikalı akrabaları olan Amerikan vatandaşlarının karşı karşıya kaldığı kısıtlamalar, Yeşil Kart için 24 yıl bekleyebilmek anlamına geliyor. Başvurucuların kendi sıraları gelene kadar ölmeleri az rastlanan bir durum değil.
Trump’ın talimatına meydan okumak zor olacak. Kendi departmanının Legal Konsey Ofisi’ne son verildiği hâlde Trump’ın talimatını mahkemede uygulamayı reddetmesinin ardından görevden alınan Başsavcı Sally Yates, kendi muhalefetini sıkı legal zeminlerden ziyade başka bir şeyin üzerine tesis etmiş gibi duruyor: Mevcut düzenin niyeti. Kendisi, kişisel itirazlarını talimatın “akıllıca veya adil” bir politika olup olmadığı sorusunun karşısında ayrı bir yerde tuttu.
Amerikan mahkemeleri 2015 gibi yakın bir tarihte, yurtdışında verilen vize kararlarının adli olmayan yollarla incelenmelerine dair uzun süredir var olan uygulamayı savundu ki bu da o kararların yurtiçindeki mahkemelerde ihtilafa konu edilemeyeceği anlamına geliyordu. ABD, ayrıca, genel olarak Amerikan yasalarının korumasını ülke dışındaki yabancılara genişletmiyor. Yüksek Mahkeme, göç yasalarının ”mutlak geçerliliği” doktrinini kabul ediyor ve en keyfi kararları idari yapıların eline bırakıyor. Bu hafta kazanılan yasal zaferler sadece Amerikan sınırları içerisindeki yürütme durdurmalarla sınırlıydı ve bunlar, İç Güvenlik Bakanlığı ile “uluslar çıkarlar” temelinde bağdaştı, bir politika olarak değil. Yani, ortada bir anayasal krizin olup olmadığı belli değil.
Öte yandan, Trump’ın göçü yasaklayıcı bir hamle olan talimatının en kaydadeğer tarafı, bunun arkasındaki güdü: Korku.
Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti, 12 Eylül 2001’den başlayarak, korku ateşini körükledi. Bir Amerikalının biz kazada ölme ihtimali, bir terör saldırısında ölme ihtimalinden çok daha fazla olduğu hâlde Trump da selefleri gibi olası saldırılara dair uyarılar yapmaya devam etti. Trump’ın sözcüsü Sean Spicer talimatı savunurken, “Eğer harekete geçmezsek ve birisi ölürse ne olacak?” diye konuştu. Bu talimatın bizzat kendisi 11 Eylül heyulasını yardıma çağırıyor,
Trump’ın göçe dair yaptığı herhangi bir şey Amerika’yı daha güvenli yapmayacak. Fakat 11 Eylül sonrası normalleştirilen güvenlik tiyatrosunun çoğu gibi güvenlik zaten asıl mesele değil. Korkuyu canlı kılmak ve hükümetin yurdu koruma görevi üzerinde olduğuna dair politik miti korumak asıl önemli olan şey. Trump da bunu biliyor. Obama gibi, Bush gibi…
Çirkin gerçek şu ki mevcut protestolara rağmen birçok Amerikalı yabancılardan korkar durumda ve Trump’ın onlara yaptığını yapmak istiyorlar. Her zaman istediler. Ortada maalesef pek de Trump dönemine özgü olan bir mesele yok.
Deniz Baran, Dünya Bülteni için tercüme etti.