El Kaide Yemen'de neden geriledi?
Giriş
Arap Yarımadası El Kaidesi'nin (AYEK) son beş yılda Yemen’de yaşadığı gerileme beklenen bir durum değildi. Ülkede halen devam etmekte olan iç savaş öncesinde gözlemlenen belirtiler en iyi günlerini geçiren ve nüfuzunu genişleteceği düşünülen bir gruba işaret etmekteydi. 2011 yılında o dönemki devlet başkanı Ali Abdullah Salih karşıtı protesto dalgaları ve bir yıl devam eden sürecin ardından Salih’in istifa etmesiyle birlikte Yemen kendisini bir anda kaos içinde buldu. Koltuğa oturan yeni başkan diken üstündeydi ve gücü sürekli artan Husi hareketi ile mücadele etmek zorundaydı. Dolayısıyla şartlar, El Kaide’nin bu nizamsızlık ortamı içinde yükselmesi ve ülkedeki geleneksel nüfuz alanlarının dışında da etkili olmaya başlaması için uygundu.
2015 yılına gelindiğinde şartlar her ne kadar değişmiş olsa da AYEK gücünün doruklarındaydı. Aynı yılın nisan ayında AYEK’nin lideir Nasir el-Vuheyşi, ABD tarafından gerçekleştirilen bir SİHA saldırısında öldürüldü. Yemen üzerine çalışan bazı gözlemciler Vuheyşi ve bazı diğer yüksek rütbeli isimlerin öldürülmesini grubun son birkaç yıldır gerilemekte olmasına bağlayarak AYEK’nin bir liderlik krizi yaşamakta olduğu sonucunu çıkardılar. Fakat, hadiselerin bu şekilde okunması her ne kadar mantıklı olsa da meseleyi fazla basitleştirmektedir. Bu bakış açısı, grup içinde fikir ayrılıklarına ve daha önemlisi AYEK genelinde bir kimlik krizine yol açan şartları, olayları ve kararları tümüyle hesaba katmamaktadır. Yemen El Kaidesi'nin karşı karşıya olduğu en ciddi kriz yalnızca zayıflayan liderlik ile değil aynı zamanda grubun ideolojisine duyulan güvenin azalması ile de alakalıdır.
Nasır el Vuhayşi
Bu makale, Yemen’de 2011 yılında patlak veren Arap Baharı ayaklanmaları ile bugün arasında geçen süreçte AYEK’nin evrim geçirirken arkasında bıraktığı izleri takip etmek için hazırlanmıştır. Makalede işlenen başlıklar arasında, grubun silahlı Husi hareketinin Sana’a’yı kontrol altına alması ve ülkenin birçok kesiminde askeri manada genişlemesi karşısında gösterdiği reaksiyon, Suudi liderliğindeki koalisyonun, hayati güvenlik açıklarını ortaya çıkarması açısından bir dönüm noktası olan Yemen’de başlattığı savaşa dahil olması, sürecin sonunda cihat yanlıları arasında çatışmaya dönüşen IŞİD’in Yemen kolu ile artan gerilimler, yapılanma içindeki ideolojik kırılmalar ve birçok üyenin gruptan uzaklaşmasına neden dahili güvenlik önlemleri bulunmaktadır.
Bu makalenin hazırlanmasında kullanılan bilgiler, grubun Yemen’deki ayak izlerinin ve gücünün azalmasına neden olan şartları anlayabilmek amacıyla 2014-2021 yılları arasında El Kaide üyeleri, grup ile bağlantılı isimler, aşiret liderleri ve eski cihat yanlıları ile yapılan görüşmeler sonucu elde edilmiştir. Aynı zaman aralığında AYEK ile alakalı olaylar ile bizzat grup veya diğerleri tarafından servis edilen medya içerikleri de izlendi ve analiz edildi. Görüşmeler, yüz yüze buluşarak, sanal iletişim kanalları kullanılarak ve doğrudan buluşulması fazla riskli bulunan kişiler için aracılar kullanılarak gerçekleştirildi. Bu makalede başvurulan tüm kaynaklar, işlenen konuların hassas doğası gereği gizli tutuldu.
Altın çağ
AYEK, o dönemki başkan Abdurabbu Mansur Hadi hükümeti ile ABD’nin “Teröre Karşı Savaş” doktrini arasındaki yüksek seviyeli iş birliğine rağmen, 2013 ve 2014 yılları arasında Yemen’deki birçok farklı ile çok sayıda operasyon gerçekleştirdi. Bu operasyonlar arasında askeri üslere ve hapishanelere yönelik saldırılar, onlarca ordu, güvenlik ve istihbarat yetkilisinin suikastla öldürülmesi, büyük şehirlerin bazı kısımlarının ele geçirilmesi ve 2014’te Şarura isimli sınır kasabasını hedef alan ikiz intihar saldırısı örneğinde olduğu gibi Suudi Arabistan topraklarında gerçekleştirilen saldırılar bulunmaktadır.
Bu dönemde, AYEK’den gelen tehdidin en büyük kaynağı, karşı konulması için artırılan ordu, güvenlik ve istihbarat faaliyetlerine rağmen grubun ülke sathında kolayca hareket edebilmesi ve sahip olduğu esneklikti. Ülkedeki hükümet ile uluslararası ortakları, özellikle de ABD arasında anti-terör faaliyetleri çerçevesinde kurulan iş birliği, ülke sathında birçok bölgede devlet varlığının olmayışı ve halihazırdaki güvenlik vakumu karşısında yeterli olmadı. Grup, çok sayıda ilde çok sayıda hedef noktaya saldırabilme noktasında üstün bir kabiliyet gösterdi. AYEK, birbiri ardına, Mukalla’daki 2. Askeri Bölge Karargâhı (Eylül 2013), başkent Sana’a’daki Savunma Bakanlığı Kompleksi (Aralık 2013), Aden’in El-Tavahi bölgesinde yer alan 4. Askeri Bölge Karargâhı (Nisan 2014) ile birçok irili ufaklı üs, güvenlik karargâhı ve kışlayı vurdu.
İç savaş öncesi dönemde grup tarafından gerçekleştirilen en cesur operasyonda, AYEK militanları 2014 yılının şubat ayında Sana’a’daki merkez hapishanesini basarak 29 mahkûmu serbest bıraktı. Hapishane saldırısını önemli kılan hususlardan birisi de operasyonun grubun ana kalelerinden uzaktaki başkentte yapılması ve militanların serbest bıraktıkları mahkumları aynı gün içinde Sana’a’nın 170 km kuzeyindeki El-Cevf'e, oradan da Marib ve Şebva üzerinden Abyan’a nakledebilmiş olmasıdır. Saldırıdan sonra El Kaide, serbest kalan üyelerini karşılamak amacıyla tertip edilen askeri geçide ait görüntülerin olduğu bir video yayınladı. Videoda 400 kadar insanın toplandığı görüldü ki bu o tarihe kadar kayıt altına alınan Yemen’deki en kalabalık El Kaide cemiyeti idi. O dönemki ABD Devlet Bakanlığı sözcüsü Marie Harf, geçidin ne derece önemli olduğunu analiz etmekten kaçındı sadece AYEK’nin bir süredir “güçlendiğini” ifade etti.
Başkent Sana'da 13 Şubat 2014'teki hapishane baskını sonrası artırılan güvenlik önlemleri
El Kaide’nin operasyonlarını hızlandırması, 2012’nin ortalarında AYEK kontrolündeki Abyan’ın hükümet güçleri tarafından geri alınmasının ardından gelen sevinç ortamının neşesini gölgeledi. Bu askerî harekât, geçmişte Başkan Salih tarafından siyasi ve mali kazanımlar amacıyla kötüye kullanılan “Teröre Karşı Savaşta” artık yeni bir dönemin başlangıcı olarak görülmüştü. Özellikle de yeni başkan Hadi, uluslararası arenada puan toplayabilmek adına El Kaide’ye karşı elle tutulur sonuçlar almayı fazlasıyla arzulamaktaydı.
Bu sırada, Washington yönetimi, Yemen devleti tarafından Teröre Karşı Savaş konsepti kapsamında kendilerine güvenlik ve askeri konularda verilen imtiyazları hala sahadaki pratik başarılara dönüştürememekteydi. Bu süre zarfında birçok Yemen vatandaşı, analist ve AYEK gözlemcisi anti-terörizm hususunda yürütülen ABD-Yemen iş birliğinin ters teptiğini öne sürdü. Mesela, 2000’li yılların başında artan SİHA saldırıları nedeniyle Yemen’in egemenliğinin ihlal edildiğine dair oluşan algı, özellikle Yemenli aşiretler arasında olmak üzere birçok kesimde El Kaide’ye duyulan sempatinin artmasına sağlayan bir atmosferin zuhur etmesine neden olmuş olabilir. Salih’in istifasının ardından gelen dönemde, yaklaşık 20 yıldır engellenmesi için yürütülen faaliyetlere rağmen AYEK’nin ordu ve güvenlik güçlerine yönelik saldırılarının geçmişe nazaran daha şiddetli bir hal almıştı. İlaveten, 2013 ve 2014’te El Kaide hedeflerine yönelik ABD saldırıları ne grubun faaliyetlerini azaltmakta ne de hareket kabiliyetini kısıtlamada başarılıydı. Hatta örgüte göre SİHA’ların kullanımı gruba karşı girişilen kara harekatlarının iflas ettiğinin bir göstergesiydi.
AYEK’nin 2013-14 döneminde artan yerel operasyonları grubun gücünün küresel çapta arttığına dair bir durumu yansıtmamaktaydı zira bu dönemde grubun uluslararası faaliyetlerinde gözden kaçması imkânsız bir düşüş yaşanmaktaydı. Bu durumun tam tersi 2009 ve 2010 yıllarında yaşandı. Bu yıllarda AYEK yurt dışında geniş çaplı fakat başarısız operasyonlar gerçekleştirdi. Bunlar arasında o dönemki Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Nayif’e yönelik 2009 ağustos ayında gerçekleştirilen suikast girişimi, 2009 yılbaşı günü Detroit’e gitmesi planlanan bir uçaktaki başarısız bombalama girişimi ve 2010 yılının ekim ayında Dubai ve İngiltere’ye gitmek üzere yola çıkacak kargo uçaklarına yerleştirilen bombaların tespit edildiği saldırı girişimi gibi eylemler vardı.
Bin Nayif'e yönelik suikast girişimi sonrası
Nihayetinde başarısız olan bu uluslararası operasyonlar ki bunların sayıları ve kapasiteleri de çok fazla değildi, grubun asıl gücünü gösteren doğru bir parametre değildi. Ortadaki bu gerçek, o dönem CIA dahil birçok kesim tarafından kabul gören AYEK’nin ABD güvenliğine El Kaide’nin çekirdek yapılanmasından daha büyük bir tehdit haline geldiği yaklaşımı ile çelişmektedir. Aslında, grup tarafından yapılmaya çalışılan eylemlerin mümkün olmasının sebebi AYEK’nin inisiyatif alarak güvenlik açıklarından kaynaklanan avantajı değerlendirmesidir. Gerçekte, AYEK 2010 yılına gelindiğinde göreceli bir zayıflık noktasına ulaşmış ve bir süre sonra yaşadığı bir mali kriz sebebiyle yeni üye alamadığını açıklamıştır. Ancak AYEK için esen rüzgârın yönü ilerleyen yıllarda Yemen hükümeti ile Husi hareketi arasında büyüyen çatışmalar arasında değişecekti.
AYEK'in Husi yayılmacılığına verdiği tepki
Yemen’deki Husi hareketinin yükselmesi ilk başlarda AYEK için büyük bir nimetmiş gibi göründü. 2000’li yılların başında hükümet güçlerine karşı bir dizi savaş veren Husiler, 2011’deki ayaklanmalar sürecinde Sa’ada bölgesindeki dağlık alanlardaki geleneksel kalelerinden güneye doğru ilerlemeye başladı ve 2014’ün eylül ayı itibariyle de ülkenin başkenti Sana’a’yı ele geçirdi. Bu olaydan dört ay sonra Başkan Hadi ev hapsinden kurtularak Aden’e kaçarken arkasında çökmüş bir ordu, güvenlik ve istihbarat kurumları bıraktı. Dolayısıyla Teröre Karşı Savaşa verilen öncelik ve hükümetin bunu uygulama kapasitesi hayati şekilde zarar gördü. Hükümetin Husilerin yayılmacılığı karşısında göstermiş olduğu gevşek tavır, başta aşiretlerin yaşadığı bölgeler olmak üzere birçok noktada AYEK tarafından yürütülen üye toplama faaliyetlerine adeta yeniden can verdi.
Şiiliğin Zeydi kolundan olan Husilerin yükselişi, Yemen’i El Kaide’nin mezhepçi söylemleri kullanarak yeni katılımlar elde edebileceği son derece verimli bir sahaya dönüştürdü. Dini meseleler hasebiyle Husilere direnme çağrıları özellikle Selefi hareketlerin üyeleri ile birçoğu Sana’a’daki muhafazakâr El-İman Üniversitesi öğrencisi olan İslamcı kimlikli Islah Partisi üyesi gençler arasında kabul gördü. Birçok Islah Partisi taraftarı genç, yönetimin Husilere karşı savaşta arka planda kalma kararı alması neticesinde bu kurumdan soğudu. El Kaide, hareket arayışı içindeki bu öğrencilerin öfkesinden faydalanmak için yanlarında oldu.
El İman Üniversitesinde okuyan bir genç, insanların Islah Partisiyle aralarına mesafe koymaya başlamalarının sebebinin 2011 yılında parti liderlerinin AYEK’e karşı yürütülen askerî operasyonlar konusunda daha fazla iş birliği yapacağını taahhüt ederek Washington’a yalakalık yapmaya başlaması olduğunu söylemektedir. Aynı genç, Muhammed Kahtan, Muhammed el-Saadi ve Abdurrahman Bafazl gibi üst düzey Islah Partisi liderleri tarafından verilen bu sözlerin, o dönemki başkan Salih’in Yemen’de 2011 yılında devam etmekte olan devrime karşı uluslararası destek toplamak amacıyla anti-terör endişelerini öne sürme girişimlerini engellemek için bir “taktik” olabileceğini de ekledi. Öğrenci genç “parti tarafından verilen sözler, gücün Hadi geçmesinin ardından gelen dönemde birer birer gerçek oldu ve Hadi gerçekten de daha önce hiç görülmemiş bir biçimde Yemen’in egemenlik haklarının ihlal edilmesine onay verdi” dedi. Aynı genç ilaveten, anti-terör operasyonları çerçevesinde Husiler ile El Kaide’ye nasıl farklı bakıldığını da anlattı. Şiiliğin Zeydi kolu mensubu milis bir grup olan Husilerin terörist olarak görülmemesi ancak Sünni AYEK’in rahatça bu şekilde tanımlanması nedeniyle Yemenliler, ülkedeki El Kaide’ye yönelik ABD-Yemen hükümeti tarafından yürütülen savaşa mezhepçilik açısından bakmaya başladı. Bu nedenle bazı öğrenciler Islah hareketinin siyasi kanadının fikirleri ve çıkış noktaları yerine El Kaide’nin söylemlerine daha yakın görüşleri benimsedi.
Sünniler ile Şiiler arasındaki fikir ayrılıkları çerçevesinde dönen dini ideoloji her ne kadar AYEK’e yönelik bakış açısının değişmesinde etkili olmuş olsa da ortadaki tek faktör değildi. AYEK’e insanların sempati duymaya başlamasının ardındaki ana itici gücün, Yemen’deki hiçbir siyasi partinin Husileri askeri alanda yayılmasına karşı duramaması ve Suudi Arabistan’ın ülkede operasyonlara başlamadığı ilk dönemde Islah hareketinin savaşın içine çekilmeye yanaşmaması olduğu görülmektedir.
İman Üniversitesi'nden eski bir fotoğraf
El Kaide ve aşiretlerin ortak endişeleri
Bu dönem yaşanırken Yemenli aşiretler de Husilerin ilerleyişinden benzer şekilde artık bıkmış vaziyetteydi. Önemli bir El Kaide figürü ve bir aşiret lideri olan Şeyh Nabil el-Zahab, 2014 yılının sonralarına doğru El-Beyda ilindeki Kayfa’da düzenlenen geniş katılımlı bir toplantıya iştirak ederek aşiretleri İran’ın desteğini arkasına alan Husilere karşı savaşmaya çağırdı ve Iraklı Şiilere IŞİD’in gerçekleştirdiği saldırılardan da şiddetli operasyonlar yapılacağı yönünde tehditlerde bulundu. Daha sonra El-Beyda'daki bazı aşiretler batıdaki Rada’ bölgesinde bulunan köylerdeki Husi kuvvetlerine karşı 2014’te verilen savaşta El Kaide ile müttefik oldu.
Bu konu hakkında röportajlar yaptığımız aşiret liderleri, yaptığımız görüşmeler sırasında söz konusu çatışmalar esnasında El Kaide’nin nasıl bir rol üstlendiği hususunda konuşurken son derece dikkatliydi zira Husiler ile El Kaide arasındaki en kanlı savaşların yaşandığı o dönemde kendi oynadıkları rol nedeniyle “terörist” olarak etiketlenmekten korkmaktaydılar. Ancak yine de bazı ayrıntılar açığa çıkarıldı. Bir aşiret lideri şeyh, çatışmalar esnasında Rada’daki El Kaide hedeflerine yönelik Amerikan SİHA’larının gerçekleştirdiği saldırıları neticesinde vaziyetin Husiler lehine döndüğünü, daha sonra da savaşın kaybedildiğini ve nihayet 2015’te bölgenin kontrolünün Husiler tarafından ele geçirildiğini söyledi. Şeyh, SİHA’ların aralarında El-Zahab'ın da bulunduğu belirli El Kaide liderlerini hedef aldığını ve bu nedenle “saldırıya açık bir şekilde savaştıkları hissini üstünden atamayan” aşiretlere bağlı savaşçıların morallerinin sarsıldığını da ifade etti. Şeyh, aşiretlerin Husilere karşı topraklarını müdafaa etmek için savaştıklarını, El Kaide’nin ise Husi hareketini daimî bir düşman olarak gördüğü için savaştığını ekledi ve “bu topraklar bizi ortak bir düşmana karşı savaşma hususunda bir araya getirdi fakat herkesi savaşmaya iten nedenler farklıydı” dedi.
Yemenli aşiretler tarafından El Kaide ile alakalı konuşurken kullanılan dil her ne kadar son derece dikkatli de olsa aşiret topraklarının Husi güçleri tarafından tehdit altında olduğu bir dönemde bu insanların genel olarak El Kaide’yi iki kötünün iyisi olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Bu yaşananlardan daha önce 2013’te de El-Cevf taraflarında ikamet eden bir aşiret şeyhi devletin Husilerin kendi topraklarına doğru devam eden ilerleyişi hususunda sessiz kalmaya devam etmeleri halinda yerel aşiretlerin El Kaide ile ittifak edeceği uyarısında bulunmuştu. Şeyhin öngördüğü bu tehdit El-Beyda'daki Rada’ aşiretlerinin eliyle 2014’ün sonlarında artık gerçeğe dönüşecekti.
Gerilemenin başlangıcı: Suudi Arabistan’ın başlattığı savaşın kurduğu tuzak
Suudi Arabistan liderliğindeki askeri koalisyonun 2015’in mart ayında Husilere karşı Yemen’e müdahale etmesi ilk bakışta El Kaide için nüfuz alanını ve popülaritesini genişletmesi için yeni bir fırsat olarak görülmüştü. Ancak, bu müdahalenin, milis grubun Yemen’deki gerileyişinin başlangıcı olduğu sonradan anlaşıldı. Koalisyonun Yemen savaşına girişinin ardından hızla gelişen hadiseler arasında bu gerileme hemen fark edilir nitelikte değildi zira AYEK, aynı yılın nisan ayında Mukalla’nın ele geçirilmesi örneğinde olduğu gibi gerçekten de bazı bölgelerde nüfuzunu artırmayı bildi. Aralarında ABD’li yetkilerin de olduğu bir kesim Yemen’de o dönemde hala devam etmekte olan anti-terör faaliyetlerinin yaşanmakta olan iç savaş nedeniyle olumsuz etkilenme olasılığı hususunda endişe duyduklarını dahi açıklamıştı.
Koalisyon tarafından yapılan açıklamalar, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki operasyonları kapsamında El Kaide’yi askeri bir öncelik olarak görmediği aşikardı. O dönem koalisyon sözcülüğü görevini yürüten Tümgeneral Ahmed el-Asiri, 2015’in nisan ayında El Kaide ile alakalı kendisine yöneltilen bir soruya cevaben koalisyonun Yemen’deki operasyonlarının belirli hedefleri olduğunu söyleyerek AYEK veya IŞİD mevzilerinin hedef alınmadığını söyledi. Ancak bu tür açıklamalar El Kaide’ye yönelik savaşın askıya alındığına işaret eden birer gösterge değildi. Aksine, Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon anti-terör faaliyetlerinin istihbarat kısmında yer almaya devam etti. Suudi Arabistan uzun yıllardır Teröre Karşı Savaş doktrini kapsamında istihbarat açısından önemli bir rol oynamaktaydı ve hatta Washington yönetiminin Yemen’de El Kaide’ye karşı kazandığı en büyük başarıların çoğu Suudi Arabistan tarafından sağlanan istihbarat sayesinde sağlanmıştı. Hatta ve hatta, El Kaide tarafından ortaya çıkarılan ve birçok örgüt liderinin öldürülmesi için bilgi sağlayan casus hücrelerinin çoğu Suudi Arabistan istihbarat kurumları tarafından oralara yerleştirilmiş kişilerdi.
El Kaide, bu dönemin ardından yayınladığı casus videoları ile söz konusu ağları ortaya çıkarmıştı
Bütün bunlara rağmen, Husilere karşı verilen savaşa daha fazla odaklanıldığı bir dönemde Suudi Arabistan ile AYEK arasındaki ilişkide göz görülür bir değişim meydana geldi. Bu tezi ispatlayan bir vaka olarak El Kaide’nin üç yıl önce kaçırdığı Aden’deki elçi yardımcısı Abdullah el-Halidi'yi 2 Mart 2015’te serbest bırakması örneği verilebilir. Diplomatın salınması aynı zamanda El Kaide’nin aralarında gruba olan sadakati ile tanınmış bir isim olan Hala El-Kasir'in de aralarında bulunduğu Suudi Arabistan hapishanelerindeki kadın mahkumların serbest bırakılması taleplerinden vazgeçtiği anlamına gelmekteydi. İlaveten, 2014 yılındaki Şarura operasyonunun ardından krallık sınırları içinde yeni eylemler yapacağı tehditlerine rağmen El Kaide Suudi Arabistan topraklarındaki faaliyetlerini durdurdu. Bunun karşılığında ise Riyad yönetimi 2015 yılında Husilere karşı başlatılan koalisyon destekli harekatlara El Kaide’nin dolaylı yoldan katılmasına göz yumdu. Bizzat El Kaide içindeki veya örgütle bağlantılı birçok kaynak, Suudi Arabistan’ın, özellikle Aden’deki Ras Abbas savaşı esnasında Husilere karşı savaşmak amacıyla yeni kurulan “popüler direniş” gruplarına, bu grupların içinde AYEK savaşçılarının faal vaziyette olduğunu ve bu savaşçıların bölgedeki en tecrübeli unsurlardan olduğunu bilmesine rağmen mali ve askeri yardımlarda bulunduğunu teyit etmektedir. Bu dönemde, Ebu Salim el-Taizi olarak da bilinen El Kaide emirlerinden Vail Seyg’in de aralarında bulunduğu bazı El Kaide mensupları koalisyon bayrağı altında serbestçe bölgede hareket etti.
Koalisyonun mevzubahis popüler direniş gruplarına sağladığı materyal desteği içinde farklı çeşitlerde silahlar ve büyük miktarda mühimmat vardı. El Kaide içindeki bir kaynak, bu askeri yardımların Aden’deki El-Bureyke üzerinden geldiğini ve daha sonra da El Kaide dahil olmak üzere cephe hatlarındaki farklı gruplara dağıtıldığını söyledi. Kaynağın verdiği bilgilere göre, bu yardımlar AYEK saflarında ‘Kral Selman Suudi Arabistan’ının’, ‘İran tehdidi’ hususunda çok hassas olduğu ve Sünni olup da onlarla savaşma arzusu içindeki tüm gruplara arka çıkmaya hazır olduğuna dair düşünceleri güçlendirdi. İşte tam da bu yaklaşım, El Kaide’nin şansının tersine dönmesinin başlangıcı olarak tanımlanabilir zira AYEK, Suudilerin Husilere karşı giriştiği savaştan faydalanmak yerine, bu savaşın bir parçası haline gelerek kendi güvenliğini tehlikeye attı ve emri altındaki savaşçıları başkalarının savaşlarında zayi etti.
Şeriat politikaları
Üst düzey bir El Kaide komutanı, grubun Suudi Arabistan’ın askeri müdahalesine dini açıdan değerlendirerek yaklaştığını ve Husilerle bağlantılı güçlerin Yemen’deki çoğu bölgeyi ele geçirmesinin ardından onlara karşı savaşmanın bir öncelik haline geldiğini söyledi. Bu dönemde El Kaide içindeki yaygın görüş, Suudi Arabistan’ın askeri harekatının, örgütün şimdi başlasa dahi ulaşması yıllarca sürecek bazı hedefleri kısa süre içinde gerçekleştireceğiydi. AYEK komutanı, bu çerçevede grubun şu emirleri verdiğini söyledi: “Husilere karşı savaşta güçleri birleştirin; koalisyon güçleri ve destekledikleri güçler hedef alınmasın; Husilere karşı savaş bağlamında olmayan hiçbir operasyon yapılmasın ki uluslararası arena dikkat çekilmesin; yerel direnişlerle birlikte ön saflarda savaşın; El Kaide adına cephelerden haber dağıtılmasın.”
Bu emirlerin ardından El Kaide, eskiden Ensar el-Şeria’ya ait sosyal medya hesabı üzerinden Marib’deki Sirve cephesinden buradaki faaliyetleri hakkında yaptığı haberleri yayınlarını durdurdu. Konuştuğumuz El Kaide komutanının anlattıklarına koalisyon güçleri ile bunlarla birlikte çalışan unsurlara saldırılmasını yasaklayan genel emir Yemen’in IŞİD kolu ile yaşadıkları en derin fikir ayrılıklarından birisi oldu. Bu hususta IŞİD’in El Kaide’den farklı düşündüğü, 2015 ekim ayında Aden’deki hükümet karargahını ile koalisyonun bir parçası olan BAE güçlerine ait karargâhı hedef aldığı saldırı misalinde olduğu üzere açıktır.
Acı bir hasat
Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyonun savaşa dahil olması ile AYEK saflarına katılmaya başlayan Suudi uyrukluların sayısının artması dikkat çeken bir noktaydı. Eski bir AYEK mensubuna göre, grup bu durumun üstü kapalı olarak Suudi Arabistanlı yetkililer tarafından ayarlandığı düşünmekteydi zira uzun yıllar boyunca aynı yetkililer El Kaide’ye katılırlar korkusuyla Suudi Arabistan vatandaşlarının Yemen’e yolculuk etmesini engellemekteydi. AYEK o zamanlar bu durumu içinde bulundukları olağanüstü şartlar çerçevesinde gelişen normal bir hadise ve Husilere karşı yürütülen savaşı Suudi tarafının kazanmaya istekli olması olarak gördü. Suudi Arabistan’ın, El Kaide’nin savaşa dahil olmasına hayati derecede ihtiyacı olduğunu düşünüldüğü için grup normalde uyguladığı birçok güvenlik önleminden feragat etti. AYEK mensupları, kendi ideolojilerini savunmayan diğer silahlı kuvvetlerle yan yana ön cephelerde savaştı. Fakat, özellikle El Kaide’nin 2015’in nisan ayında şehri Husilerden koruyacağız diyerek Hadramevt vilayetinin başkenti olan liman şehri Mukalla’yı kontrol altına almasının ardından, Batılı müttefiklerine ve özellikle de ABD’ye Yemen’de girişilen savaşı kazanmak için bölgedeki anti-terör faaliyetlerini aksatmak gibi bir niyeti olmadığını ispatlaması gerekiyordu. El Kaide yaklaşık bir yıl sonra BAE destekli güçlerin şehri geri almak bir operasyon gerçekleştirmeye hazır hale gelmelerinin ardından şehirden çıktı.
Riyad’ın El Kaide’ye yönelik savaşta bazı başarılar elde etme ihtiyacı ile AYEK’nin Suudi Arabistan’ın buna iyi niyetli bir şekilde ihtiyacı olduğuna inanması nedeniyle grup tarihinin en tehlikeli güvenlik açıkları ortaya çıktı. Koalisyonun Yemen’de harekata başlamasının üzerinden çok geçmeden El Kaide’nin bölgedeki en üst düzey kadroları bir bir ölmeye başladı. Mukalla’nın ele geçirilmesinin ardından nisan ile temmuz ayları arasında Amerikan SİHA’ları grubun en önemli yedi ismini öldürdü. Öldürülenler arasında AYEK lideri Vuheyşi ile onun yardımcısı Nasr el-Ansi, şer'i yetkili İbrahim el-Rubeyş, davet lideri ve üst düzey askeri komutan Memun Hatem, başka bir üst düzey komutan olan Celal el-Markaşi, grup sözcüsü Muhannad Ghallab ve Ebu Hacer el-Hadrami olarak da bilinen Halid Bakuayti gibi isimler vardı.
IŞİD’in Yemen grubunun ortaya çıkışı: Reddedilmeye uzanan karmaşık bir yol
2014 yılında IŞİD’in Yemen’de faaliyet göstermeye başlaması, bu grup her ne kadar saf değiştiren düşük rütbeli El Kaideliler ile bazı yeni üyelerden müteşekkil olsa da El Kaide açısından o dönemde bir sorun teşkil etmemekteydi. Fakat grup kısa süre içinde safları arasında, “halifelik” kurmaya yönelik çalışmaları ortada olan IŞİD’i kucaklamaya hazır olanlar ile bu gruba şüphe ile yaklaşanlar arasında peydahlanan bir krizle karşı karşıya kaldı.
AYEK ilk başlarda, Eymen ez-Zevahiri liderliğindeki Pakistan’daki El Kaide merkez komutanlığı ile IŞİD arasında, 2014 yılında Irak ve Suriye’de IŞİD’in ele geçirdiği geniş topraklarda alınan tek taraflı bir kararla İslami bir halifelik ilan edilmesi hususunda meydana gelen fikir ayrılıkları noktasında bir tarafı desteklemekte tereddüt etti. AYEK’nin bu yaklaşımı haklıydı zira meselenin üzerine gidilmesi halinde örgüt içindeki saflarda ayrılıklar yaşanmasından korkmaktaydılar. Dünyadaki diğer El Kaide kollarının aksine AYEK, yerel IŞİD yapılanmasına Pakistan ve Afganistan’da faaliyet gösteren ana El Kaide merkezine olduğundan daha yakındı. Saha komutanı Memun Hatem tarafından yayınlanan “İslam Devletine Yemenli Desteği” başlıklı ses kaydı örneğinde olduğu gibi bazı AYEK üyeleri açık bir şekilde IŞİD’i desteklediklerini dahi söylüyorlardı.
AYEK ayrıca yaptıkları bir açıklamada “onlar harici değil bizim kardeşlerimizdir” ifadesiyle IŞİD’i harici olarak tanımlamadıklarını ilan etti. Bu durum, IŞİD’in 2014’ün şubat ayında Ahrar eş-Şam bünyesinde komutanlık yapan El Kaide bağlantılı Ebu Halid el-Suri'yi öldürmesinin ardından Zevahiri tarafından harici olarak tanımlanmasına AYEK’in katılmadığını göstermesi açısından önemli bir noktaydı.
Ebu Halid es Suri (sağda)
2014 yılında AYEK’nin meseledeki duruşunun ne olduğuna dair sorulan bir soruya cevaben Hatem IŞİD’i “desteklediklerini” söyledi. Daha sonraları ise hilafet meselesi hakkında grubun komuta saflarında büyüyen fikir ayrılıklarının bir göstergesi olarak yayınladığı bir sosyal medya mesajında Hatem, Vuheyşi yerine Kasım er-Rimi'ye AYEK lideri olarak seslenerek onu Ebubekir el-Bağdadi’ye biat etmeye çağırdı.
Eski bir El Kaide komutanı grubun genellikle merkez komutanlıkla aynı fikirde olduğunu ancak “saflarda birliği muhafaza etmek” amacıyla IŞİD meselesine olabildiği uzak durduğunu söyledi. Fakat, Hatem’in ses kaydından sonra AYEK liderliği rakip gruba destek gösterecek en ufak harekette bulunanı hapse atmakla tehdit etti. Kaynağımız ayrıca, Vuheyşi’nin ilk başta Yemen’e genişlemesi halinde IŞİD’e biat etmeye söz verdiği ancak daha sonra Zevahiri’yi izlemeyi tercih ederek altındakilere bu tercihten başkasının itaatsizlik olarak görüleceği uyarısında bulundu.
Zevahiri’nin IŞİD’e karşı duruşunu açıklamasının aylar sonra AYEK liderliği de açık bir şekilde hizaya girerek üyelerini artık kaçınılmaz olan açıklama için hazırlamaya başladı. Grup, aralarında İbrahim er-Rubeyş, Haris bin Gazi el Nazari ve Ebu Zekeriya gibi isimlerin bulunduğu bazı liderlerini, El Kaide ile IŞİD arasında cereyan eden ideolojik farklılık hususları üzerine grup üyelerine yönelik verilecek bir dizi ders ve vaaz tertip etme görevi verdi. AYEK, bazı üyelerinin IŞİD’e karşı hissettikleri bağlantıyı tersine çevirmek için dezavantajlı bir konumda mücadele etmek zorunda kaldı. El Kaide’nin Yemen kolunun bir kısmı IŞİD’e aşıktı ve hatta medya, askeri operasyonlar ve eğitim hususlarında onları taklit etmeye çalışanlar vardı. AYEK mensupları arasında El Bağdadi ve IŞİD halifeliğini öven ünlü bir şarkı bile popüler olmuştu.
AYEK üyelerine yönelik bu tür dersleri, kaçınılmaz bir şekilde yapması gereken IŞİD karşıtı açıklamadan doğması kesin olan olumsuz sonuçların etkisinin azaltılması hususunda atılması gereken mühim bir adım olarak yaklaştı. Vaazları veren isimler El Kaide’nin pozisyonunu güçlendirebilmek adına IŞİD tarafından yayımlanan tartışmalı açıklamaları yaptıkları toplantılarda işledi. Mesela, 2014’ün mayıs ayında IŞİD tarafından servis edilen “Kusura Bakma, El Kaide Emiri” başlıklı açıklamanın ardından El Kaide’li vaizler IŞİD’i en başından beri cihat edenlere saygı göstermekten ve onları övmekten geri durması nedeniyle eleştirdi.
AYEK, 2015’in sonlarına doğru nihayet IŞİD meselesi hakkındaki duruşunu ilan ederek Zevahiri ve merkez komutanlığa sadık olduklarını açıkladı. O dönem AYEK içinde aktif olan çok sayıda kaynaktan alınan bilgilere göre bu açıklama neticesinde her ne kadar ayrılanlar olduysa da El Kaide’nin içeriye yönelik verdiği vaazlar daha büyük olması beklenen muhalefetin sınırlandırılması hususunda gerçekten de işe yaradı. AYEK, IŞİD’in “Kafirlerin Umutsuzluğuna” başlıklı bir konuşmaya cevaben grubun bu konuşmadaki ifadelerle “gizli menhecini” açığa döktüğünü söyledi. Bu terim, IŞİD’in “din kardeşlerinden” nasıl olup da “hariciye” döndüklerini ispatlamak için özellikle seçildi. Bu yaklaşımla aynı zamanda, AYEK’den ayrılarak Yemen’in IŞİD koluna katılanlarla gelecekte yaşanacak çatışmalarda El Kaide’nin haklı taraf olduğu da ispatlanmak istendi.
Gruptan ayrılanların sayısının kısıtlı olması, çoğu AYEK mensubunun IŞİD meselesinde liderliğin pozisyonu ve söylemi hususunda ikna olduğuna işaret eden bir gösterge değildi. Çoğu AYEK mensubunun grupta kalmasının asıl nedeni, özellikle IŞİD’in 2015 mayıs ayında Bedir ve Haşhuş camilerine düzenlediği ikiz saldırıların ardından El Kaide ile yola devam etmenin görece daha güvenli olduğunu düşünmeleriydi.
Her ne olursa olsun, AYEK ile IŞİD arasında yaşanan ayrışma, El Kaide’nin nihai amacı olan İslami bir halifelik kurulması fikrine ciddi şekilde darbe vurdu. Teknik olarak bir hilafet olan IŞİD ile savaşa giren birçok AYEK mensubu bu fikre olan inancını ve bu uğurda her şeylerini feda etmek hususundaki mutlak kararlılıklarını kaybetti. Bu inanç kaybı özellikle sahadaki ingimasi (feda) operasyonlarının sayısındaki düşüş ile kendini gösterdi. Saha gözlemcileri AYEK’nin operasyonlarındaki genel düşüşe odaklandı ancak dava uğruna fedakârlık yapmaya hazır olmanın en yüksek seviyesi olan feda operasyonlarındaki bu sert düşüş ise büyük oranda gözlerden kaçtı.
“Bir devlet kurma” fikrinin terki
Yemen El Kaidesi, 2010 yılının ilk aylarında yaptığı bir açıklama ile Aden-Abyan merkezli bir ordunun temellerinin atıldığını ancak ekonomik sıkıntılardan dolayı yeni üye alınımı yapılamadığını duyurdu. Bu açıklamadan yaklaşık bir yıl sonra da Salih’in Sana’a ve ülkenin diğer bölgelerinde istifasını talep eden geniş katılımlı protestolarla meşgul olması nedeniyle meydana gelen güvenlik boşluğundan faydalanarak Müslümanları, Abyan’da kurulan İslam Emirliği’ne hicret etmeye çağırdı. Bu çağrıdan bir yıl önceki halinden artık eser kalmayan grup vites değiştirerek kendilerine katılan her kişiyi karşılayıp teçhizat temin etmeye hazır olduğunu ilan etti.
AYEK, Abyan’da hayata geçirdiği bu sözde emirliğin idaresini o dönemde her ne kadar yere göğe sığdıramadıysa da ilerleyen dönemlerde en açık örneği 2015’teki Mukalla vakası olmak üzere ele geçirdiği diğer beldelerde Abyan modelini uygulamamayı tercih etti. Bunun yerine, hükmetme fikri bir süreliğine rafa kaldırılmak zorunda kalındı zira IŞİD’in halihazırda bir İslam devleti ilan etmiş olması ve yeni toprak kazanımlarının tümünün tek bayrak altında toplanması meselesi nedeniyle teknik olarak El Kaide’nin kontrol altına alacağı yerlerde rakibine biat etmesi zorunluluğunu beraberinde gelecekti. El Rimi’nin geçtiğimiz yıl ocak ayında bir SİHA saldırısı sonucu öldürülmesinin ardından grubun liderliğine yükselen Halid Batarfi daha önce yayınlanan bir videoda grubun varlık bulundurduğu toprakların mutlak bir biçimde El Kaide kontrolü altında olmadığı için yeni toprak kazanımlarının bir İslam devletinin bir parçası olarak tanımlanamayacağını söyledi.
Bu yaklaşımı teyit eden vaka örnekleri Aden, Lahic, Abyan, Şebva ve Hadramevt’ta 2015 ve 2016 yıllarında yaşandı. Bu dönemde yukarıda sıralanan şehirlerde son derece aktif olan El Kaide, hem Husilere karşı yürütülen savaşa verdiği destek karşılığında aldığı yardımlar hem de Mukalla ve Şihr limanlarının işletilmesinden kazandıkları sayesinde hatırı sayılır miktarda mali kaynak toplamayı başardı. Fakat örgüt, bu faaliyetler yürütülürken varlık gösterilen şehirlerde bir İslam Emirliği kurulduğu açıklaması yapmadı zira bunu yapması halinde grubun IŞİD’e biat etmek zorunda kalacağı yönünde endişeler vardı. AYEK bunun yerine, Mukalla’da sahadaki en güçtü aktör olmasına rağmen buranın ne derece kendi kontrolleri altında olduğunu gizlemek amacıyla şehrin yönetiminin yerel bir meclise devredildiğini iddia etti.
Mukalla
Merkeze saldırmak
BAE destekli güçlerin 2016 yılında Yemen’in güneyinde El Kaide’ye yönelik askerî harekâtı neticesinde grup şehirlerden çekilerek gözden uzak bölgelerdeki kalelerine çekildi. AYEK, geçmişte Abyan’ın Mahfad bölgesinde ile Abyan ve Şebva’yı içinde alan bölgedeki Kavr el-Avalik'te yaptığı gibi saldırıya uğraması halinde uzak dağlık alanlara ricat etme stratejisini yürürlüğe aldı. Fakat, geçmişte yaşananların aksine bu sefer savaş AYEK mensuplarını güvenli bölgelerine kadar izledi.
Bu, BAE’nin yerel şehirlerden adam devşirerek bunları anti-terör operasyonları çerçevesinde kullanması ile mümkün oldu. BAE yerel halkın iş birliğine başvurarak yabancı güçlerin aşiretlere ait topraklarda faaliyet göstermesi hususunda son derece hassas olan kültürün etrafından dolaşarak AYEK’nin aşiretlere dayalı geleneksel merkezine bir darbe indirmeyi başardı. El Kaide’nin aşiretlere ait bölgelerde aşiret liderlerinin grup üyelerinin ihtiyacı olan güvenliği sağlamaması halinde belirli bir varlık göstermesi mümkün değildi. Konuştuğumuz bir El Kaide komutanı, aşiretlerle olan ilişkiler olmasaydı bugün faaliyet gösterdikleri birçok bölgenin güvenli olmaktan çıkabileceğini ve grubun daha karmaşık güvenlik şartları altında çalışmak zorunda kalacağını söyledi. El Mahfad’daki AYEK hücresine liderlik eden oralı bir adamdan bahseden komutan şunları söyledi; “Mesela, Abyan’daki El Mahfad’da bizden 70’ten fazla kişi vardı ve burası bizim en güçlü olduğumuz kalemizdi. Fakat, sadece tek bir adam olmasına rağmen Ali bin Lakra orada durmasaydı biz de kalamazdık.”
Komutan ayrıca, aşiretlerin kontrol altına alınması hususunun Teröre Karşı Savaş kapsamında Yemen’de yürütülen faaliyetlerin planlı bir parçası olduğunu, Washington yönetiminin aşiretleri kendi safına çekmek için geçmişte de “kırsal bölge projeleriyle” birtakım girişimlerde bulunduğunu ancak başaramadığını da anlattı. Aşiret bölgelerinde AYEK’ye yönelik başlatılan kara harekâtı Yemen’deki anti El Kaide faaliyetleri hususunda yeni bir gelişmeydi. AYEK bu vaziyete cevaben üzerinde düşünüldüğü belli olan bir kararla Abyan’da Mahfad, Şebva’da Kavr el-Avalik ve Marha ile Hadremevt’ta Vadi el-Museyni bölgelerinde BAE destekli harekata karşı koymamayı seçti. Grup bunun yerine, yıllarca AYEK’nin bölgedeki varlığını korumasına yardım eden aşiretler arasında kan davaları çıkmasını engellemek için savaşmadan El-Beyda ve Marib bölgelerine ricat etti.
AYEK’in IŞİD ile Savaşı
El Kaide her ne kadar, BAE destekli güçlerle çatışmaktan kaçınmak amacıyla Şebva, Abyan ve Hadremevt’teki kalelerinde çekilmiş olsa da El-Beyda'da IŞİD ile yaşanacak çatışmalar onları bekliyordu. IŞİD, 2016’da Aden’i terk ederek önce Lahic bölgesindeki Yafa’ya geçtikten sonra El Kaide’nin bu bölgedeki en güçlü kalelerinden birisi olan El Bayda’daki Vald Rabi’ taraflarına yerleşti. 2018’in yaz aylarına kadar El Kaide ile IŞİD arasında bir nevi “cihat yanlısı soğuk savaş” yaşandı. Fakat dört yıldır sessiz olan vaziyetin bozulması demek olan direkt çatışmaların başlaması adına aynı bölgede iki farklı grubun varlık göstermesi yeterli bir etkendi. 2018’in temmuz ayında yaşanan bir hadisede, Keyfe’de bölgeden geçmekte olan bir El Kaide konvoyunun IŞİD militanlarına ait bir kontrol noktasında durmayı reddetmesinin ardından silahlı çatışma yaşandı. IŞİD’in 12 El Kaide militanını esir almasına cevaben AYEK, IŞİD mevzilerine yönelik geniş çaplı bir operasyon düzenledi ve sonuçta her iki taraf da çok sayıda ölü ve yaralı verdi.
El Kaide, bölgedeki kuvvetlerini "haricilere karşı savaş" bayrağı altında toplayarak El Bayda’daki IŞİD varlığı ile çatışmalara başladı. Bu çatışmalar zamanla yerini vur-kaç saldırılarına bıraktı ve bu durum geçtiğimiz yılın yaz aylarında Husi kuvvetlerinin her iki grubu hedef alarak birkaç noktadan saldırıya geçtiği askeri harekata kadar devam etti. Aynı yılın ağustos ayında Husi kuvvetleri bölgedeki neredeyse aralarında IŞİD’in Yemen emiri Ebu Velid el-Adeni'nin de bulunduğu tüm IŞİD savaşçı ve komutanlarını yaşanan kanlı çatışmalar sonucunda öldürerek Valk el-Rabi' bölgesini ele geçirdi. IŞİD’in Yemen koluna yakın bir kaynaktan aldığımız bilgilere göre Husiler bölgeyi kontrol altına aldıktan sonra örgüt üyelerinin ailelerini önce Zamar’a gönderdi ve daha sonra da kadınlar ve çocuklar akrabalarına teslim edildi. Bütün bunlar yaşanırken El Kaide, Husilerle bir çatışmaya girmemeyi başarıp bölgedeki aşiretlerle iş birliği içinde savaşçılarını diğer bölgelere sevk ederek ricat etti.
Dahili şüpheler ve kırılmalar
El Kaide, IŞİD ile yaşadığı fikir ayrılıkları sebebiyle çok büyük zarara maruz kaldı. El Bayda’da insan gücünü ve nüfuzunu kaybetti. Bundan daha önemlisi ise bazı grup mensuplarının ve komutanların IŞİD ile askeri manada karşı karşıya gelinmesine itiraz etmesi nedeniyle örgüt safları zuhur eden bir şüphe ortamı ile zehirlendi. AYEK’nin mesele ile başa çıkmak adına bazı uygulamalar yürürlüğe almasıyla tansiyon daha da yükseldi. Bu durumun en büyük örneği, eski Mukalla emiri, üst düzey komutan Ebu Ömer el-Nahdi'nin 2018’in son aylarında IŞİD’e iltica etmek için girişimde bulunmakla suçlanmasıydı. Nahdi daha sonra, geçtiğimiz yılın ocak ayında bir Keyfe’de bir SİHA saldırısı sonucu öldürülen er-Rimi'yi kandırarak saldırının gerçekleştirdiği bölgeye gitmesini sağlamakla da suçlandı. El Nahdi her ne kadar resmi olarak tutuklanmasa da hareketleri AYEK tarafından büyük oranda kısıtlandı.
2018’in hemen hemen aynı zaman aralığında AYEK tarafından yapılan bir açıklamada, Suudi istihbaratı tarafından saflarına yerleştirilen bir casusluk ağının deşifre edildiği duyuruldu. AYEK, toplamda beş videodan müteşekkil “Casusluğu Yıkmak” başlıklı seride, 2015’ten bu yana Yemen’de öldürülen grup liderlerinin çoğunun ölümünden bu casus ağı sorumlu gösterildi. Videolarda, aralarında uzun yıllardır El Kaide içinde olan örgüt üyelerinin de bulunduğu casusluk şüphelilerinin itiraf anlarına da yer verildi.
Grubun casusluk videosundan
Söz konusu ağın deşifre edilmesinin ardından toplantı yasağı, liderler ve üyelerin hareketleri hakkında konuşma yasağı ve elektronik alet kullanma yasağı gibi daha ağır güvenlik önlemleri uygulamaya sokuldu. İstihbarat servisleri ile bağı olduğundan şüphelenilen çok sayıda örgüt mensubu da gözaltına alındı. Mahkumların suçlarını itiraf etmesi için işkence kullanıldığı iddialarının ortaya çıkmasıyla birlikte el-Nahdi dahil bazı komutanlar bu yeni güvenlik önlemlerine itiraz etti. IŞİD daha sonra bir AYEK mensubu tarafından El Rimi’ye gönderilen ve içinde sert güvenlik önlemleri nedeniyle El Kaide’den ayrılarak bazılarının memleketlerindeki yerel yönetimlere teslim olduğu bazılarının da kayıplara karıştığı üst düzey isimlerin listesini teşhir etti.
Cihat yanlıları arasındaki Yemen savaşının geleceği
2019’da el-Nahdi'nin başını çektiği grubun El Kaide’den ayrıldığını ilan etmesi, bu iki taraf arasında silahlı bir çatışma ortamı yaratmayacaktır. Her iki taraf da cihat yanlıları arasındaki dahili çatışmalardan uzak durulması gerektiğine inanmaktadır. Her iki taraf da ana rehber olarak Zevahiri’yi izleme hususunda hemfikir olduğu için bu kriz, AYEK ile IŞİD arasındaki gibi ideolojik bir fikir ayrılığı değildir. Ancak, El Nahdi liderliğindeki gruba yakın bir kaynağın verdiği bilgilere göre gelinen noktada iltica edenlere geri dönmeleri için belirli garantiler verilse dahi artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak zira mesele artık güvenlik önlemleri ile alakalı bir tartışmadan çıkıp güven eksikliği ile alakalı hale geldi.
Abyan’ın 2011’de ele geçirildiği operasyonlara iştirak etmiş ancak daha sonra gruptan ayrılmış olan eski bir El Kaide komutanı, her iki tarafın da vaziyetin silahlı bir çatışmaya dönüşmesini engellemek için kendine has nedenleri olduğunu söyledi. El Nahdi liderliğindeki grup bir süreliğine dikkatli davranıp, halihazırdaki vaziyeti devam ettirmek istemektedir. Bu grup ayrıca kendi arasında ideolojik manada birlik olmamakla beraber sayıları da fazla olmadığı için AYEK’ye nazaran askeri bir dezavantaj içindedir.
Son olarak, El Nahdi’nin grubu, cihat yanlısı çıkarlar için çalışmaktan ziyade baskı ve sürekli yer değiştirmekten uzak bir hayat yaşamak istemektedir. Aynı komutan AYEK’nin ise Batarfi komutası altında belirlenen istikamet mevzuatı içinde dinden çıkılan bir durum olmaması halinde grup içindeki muhaliflerle çatışmaya girilmesi gibi bir maddenin yer almadığını söyledi. El Kaide’den ayrılan grubu örgüte ait tehlikeli sırları barındıran bir “kara kutuya” benzeten komutan, bu gruba yönelik hamle yapılması halinde El Kaide’nin bir bütün olarak güvenliğinin tehlikeye girmesinden korktuğunu söyledi. İlaveten, halihazırda ağır bir ekonomik krizle uğraşmakta olan AYEK yeni cepheler açacak bir pozisyonda değildir.
Sonuç: AYEK’nin geri çekilişi devam edecek mi?
İlki, birçok örgüt üyesi arasında El Kaide’nin çekirdek söylemlerine olan inancın zayıflaması, diğeri de şu anki liderliğin ortadaki kriz ile kendine güvenir bir şekilde başa çıkamayacağını kanıtlaması olmak üzere, AYEK’nin geri çekilme sürecinin devam edeceğine işaret eden iki gösterge mevcuttur.
Usame bin Ladin’e yakın olan eski bir cihat yanlısı, El Kaide’nin Yemen kolunun önümüzdeki birkaç yıl boyunca katatonik bir hal alacağını söylemektedir. Bunun nedeni olarak da Batarfi’nin liderlik vasıflarının azlığını ve ideolojik açıdan aşırıcı oluşunu göstermektedir. AYEK’nin iki numaralı ismi, Habib el-Sudani olarak da bilinen İbrahim el-Kusi de Batarfi ile benzer eksikliklere sahiptir diyen kaynağımız şu ifadeleri kullandı: “Böyle söylüyorum çünkü kendisini Afganistan cihadı günlerinde Şeyh Usame bin Ladin’in şahsi şefi ve ona en yakın şer'i liderlerinden biri olduğu günlerden iyi tanırım.”
Başka bir eski AYEK komutanı da bu gözlemleri doğru bularak grubun liderlik hususunda yaşadığı sıkıntıların Vuheyşi’nin öldürülmesi ile başladığının altını çizdi. Vuheyşi’nin yerine gelen er-Rimi'nin cesur bir savaşçı olduğunu ancak stratejik manada ve ayrıntıları okumakta yetersiz olduğunu ifade eden komutan şunları söyledi: “Mesela, strateji hususunda çoğunlukla ABD odaklı konuşur Suudi Arabistan’a fazla önem vermezdi. Halbuki Suudiler grup için daha büyük bir tehlike arz etmekteydi.” Grubun içine düştüğü bu hata, Suudi Arabistan’ın Er-Rimi komutası altında El Kaide’yi Husilere karşı savaşmaya ikna etmesi ve yaşanan süreç sonunda grup üyelerinin ideolojik manada adanmışlıklarını ve savaşma arzusunu kaybetmesi nedeniyle bir bütün olarak grubun güvenliğine zarar vermesinin ardından iyice belli oldu. Konuştuğumuz ilk komutan Batarfi’ye görece daha olumsuz yaklaşmakta ve liderlik vasıflarından ve stratejik vizyondan yoksun olduğunu söylediği liderin aynı zamanda karar alma sürecinde duygularının kendisini etkilemesine izin verdiğini söylemektedir.
Sahadaki vaziyete bakıldığında ise, El Kaide’nin birçok bölgedeki ana kalelerini kaybettiği ve yerel operasyonlarının sayısının gözle görülür şekilde azaldığı aşikardır. Grubun ideolojik temelleri de yaşanan dahili tartışmaların genişlemesi ve 2015’ten beridir devam eden bir paranoya halinin grubu ele geçirmesi sonucu birçok kişinin ya iltica etmesine ya da ayrılmasına neden olmasından da anlaşılacağı üzere istikrarını kaybetti.
Yemen El Kaide’sinin şu anda bir liderlik krizi içinde olduğu kesindir. Fakat grubun sürekli şekilde gerilemesinin ardındaki ana faktör bu değildir. Vuheyşi ve diğer önemli liderlerin kısa bir süre zarfında birbiri ardına öldürülmesi grubun geçmişte yaşadığı kayıplar göz önüne alındığında gerçekten alışılmadık bir durumdu. Ancak, Vuheyşi’nin ölümü ile AYEK’nin gerilemesi arasındaki doğrudan bağlantı hikâyenin hepsini anlatmak için yeterli değildir. Bu durum, Vuheyşi’nin öldürülmesinden önce de var olan ve suikasttan sonra da devam eden büyük hataların sadece bir göstergesidir.
AYEK, 2015’ten bu yana Suudi Arabistan’ın niyetlerini yanlış bir şekilde okuyarak kendi güvenliğinin zayıflamasına neden oldu; örgüt kendi bağımsız nüfuzunu genişletmesi için şartların uygun olduğu için mükemmel bir fırsat yakalamışken, koalisyonun Husilere karşı savaşına bir şekilde sürüklendi; grup içindeki genel havaya rağmen IŞİD meselesinde Zevahiri’nin pozisyonunu tercih etti; son olarak da yürürlüğe koyduğu bir dizi dahili güvenlik önlemi ile üyelerini kendinden uzaklaştırdı. Bunların nedeni ister kibir ister beceriksizlik isterse de varlık korkusu olsun, nihayetinde AYEK liderliği grup mensuplarının güvenlerini sarsan bir dizi karar aldı. Grubun içinden geçmekte olduğu ana krizin altında El Kaide’nin ideolojisine yönelik inancın zayıflaması yatmaktadır ki bu kaybedildiği taktirde dava uğruna kendini feda etmeye hazır insan bulunması da imkansızlaşmaktadır.
Bir tanesi, Yemen toplumunun farklı kısımları ile yürüttüğü karmaşık ilişki olmak üzere, El Kaide’nin Yemen’deki varlığının bilinmeyen ayrıntıları ve örgütün gerilemesine giden yol, gruptan kaynaklanan olası tehdidin nasıl engellenebileceği hususuna ışık tutması amacıyla daha kapsamlı şekilde üzerinde çalışılması gereken noktalardan bazılarıdır. AYEK ile El-Nahdi liderliğindeki grup arasındaki ilişki ve Yemen’in güneyinde faaliyet gösteren Özel Kuvvetler gibi grupların bölgede yürüttükleri anti-terör faaliyetleri tecrübeleri gelecekte ele alınabilir. Son olarak, Yemen hükümeti ve vatandaşları AYEK’ye katılan diğer ülkeler şu anda birçok örgüt mensubunun içinde bulunduğu rahatsızlık halinden faydalanıp, genel af veya ceza indirimi gibi uygulamalarla bu kişileri memleketlerine dönmeye ikna edip onları yeniden topluma entegre etmek için harekete geçmelidir.
Abdurrezzak el Cemal tarafından kaleme alınan ve Sanaa Center'da yayınlanan bu makale Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Makalede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.