İslam aleminde Sünni veya Şii devletler yok, modern ulus devletler var
Son zamanlarda bir dizi tanınmış Müslüman yorumcu, İsrail'in Filistin işgalini sona erdirmek için Sünnilerin Şiilerle iş birliği yapması gerekip gerekmediğini tartışıyor. Bu hararetli tartışmalarda yorumcular düzenli olarak aynı hataya düşüyorlar.
Tartışmanın tüm taraflarında, yorumcular kendi argümanlarına dayanak olarak düzenli olarak tarihi anekdotlara dayanıyor. Örneğin, Selahaddin Eyubi'nin Haçlı seferleri sırasında aldığı kararlar uzun uzun tartışılıyor.
Bu akıl yürütme biçimindeki sorun, yanlış bir varsayıma dayanmasıdır. Müslüman dünyasındaki mevcut siyasi manzara, rekabet halindeki bir dizi ulus-devlet tarafından karakterize edilmektedir. Ulus-devletler dini inanç ve değerlerine göre hareket etmezler çünkü bunlar yapıları gereği seküler hedeflerin peşinde koşmak için oluşturulmuş seküler oluşumlardır.
Uluslararası ilişkiler oyununda çok sayıda oyuncu vardır. Bu oyuncular ulus-devletlerdir. Ulus-devleti ve siyasi gücü olmayan diğer tüm siyasi oluşumlar ve hareketler, oyun alanının dışında kalan küçük aktörlerdir.
Oyunda yer alan oyuncular ise İsrail, Suudi Arabistan, İran, BAE ve diğerleri gibi hem ekonomik hem de askeri güce sahip ülkelerdir. Tüm bu ulus-devletler güç maksimizasyonunu amaçlayan varlıklardır. Uluslararası ilişkilerde güç maksimizasyonu, devletlerin diğer devletlere göre güçlerini ve etkilerini artırmaya çalıştıkları bir stratejiyi ifade eder. Bu, küresel hiyerarşideki konumlarını güçlendirmek için askeri, ekonomik, siyasi veya kültürel yeteneklerini genişletmeyi, genellikle hakimiyet kurmayı veya en azından güvenlik çıkarlarını ve ulusal çıkarları sağlamayı amaçlamayı içerir. Bu yaklaşım, daha fazla gücün daha fazla güvenlik ve uluslararası sonuçları etkileme kabiliyeti anlamına geldiği inancıyla yönlendirilir.
İster Sünni ister Şii olsun, ulus-devletlerde din genellikle gücü artırmak için bir araç olarak işlev görür. Dini metinlerden ve ritüellerden alınan sembolik unsurlar, öncelikle halktan destek toplamak için kamusal alanda yaygın olarak sergilenir.
Bu nedenle herhangi bir Müslümanın uluslararası siyaseti teoloji ve İslam hukukuna dayalı argümanlarla tartışmasının bir anlamı yoktur. Bu, FIFA'nın futbol kurallarına atıfta bulunarak bir basketbol maçını analiz etmeye benzer. Bu tamamen farklı iki dili konuşmak gibidir.
Müslüman dünyasındaki mevcut siyasi dinamiklere ilişkin anlayışımız pratik, gerçekçi strateji ve hedeflere dayanmalı, ideoloji veya ahlaki ilkeler yerine güç ve pratik hususları vurgulamalıdır. Bunu ahlaksız olduğumuz için değil, gözlerimizin önünde oynanan oyun her türlü ahlaktan yoksun olduğu için yapıyoruz.
Gerçek şu ki, Müslüman dünyasındaki mevcut siyasi manzarada, İslami ahlakla motive olan ve gerçek anlamda güce sahip olan hiçbir oluşum yoktur. Burada güç, diğer devletlerin davranışlarını etkileme, askeri güç, ekonomik kaynaklar, diplomatik güç, kültürel etki veya teknolojik avantajlar yoluyla sonuçları kendi lehine şekillendirme yeteneği anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla sosyal medyada Müslümanlar arasında yapılan tüm teorik ve tarihsel tartışmalar, mevcut durumumuzun gerçekliğini görmezden geldikleri sürece sonuçsuz kalacaktır.
Sadece ideolojik ve teolojik bir tartışmanın Gazze, Doğu Türkistan, Myanmar, Keşmir, Sudan veya başka bir Müslüman bölgedeki mevcut durum üzerinde herhangi bir etkisi olmayacaktır.
Mevcut durum üzerinde hiçbir etkisi olmayan meseleleri sürekli olarak tartışmak, dünyanın dört bir yanında acı çeken milyonlarca Müslümana kötülük etmektir.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.