Müsait zamanlar mücahitliği
İslâm adına verilecek mücadelenin yeni boyutlara ulaşması için birçok insanın kafa yorduğu, yazılar yazdığı, toplantılar düzenleyip tartışmalarda bulunduğu ortada. Yine de gözle görülür bir hamlenin izlerine rastlayamıyoruz. Müslümanların birlikte davranmaya kararlı bir tavırlarına, gündeme getirdikleri hareketlerinin bir hedefler skalasını belirlemelerine, farklı görüş sahiplerinin asgari müştereklerinin tesbiti ile birlikte varılacak ana hareket noktalarının ortaklaşa benimsenme durumuna şahit olamıyoruz. Müslümanların içinde bulundukları bu doku gevşekliğinin birçok siyası ve fikrî sebepleri sıralanabilir, fakat fikrî tutumların, siyasi ortamın dışında bazı etkenler var ki bunlar aşıldığı takdirde ayrılıkları körükleyen birçok sebebin ortadan kalkacağına inanıyorum.
Müslümanları gerçek birliğe, görüş farkları olsa bile ortaklaşa davranmaya gitmekten alıkoyan sebeplerden birincisi içinde bulunduğumuz topluma ve devlet de dahil olmak üzere toplum örgütlerine karşı takındıkları tavırdaki anlaşmazlıktır. Bırakınız maddi bağlan, ruhi bakımdan bile içinde yaşadığı toplumun değer ve kurumlarına bağlı bir "Müslüman(!)" anlayışla, kendini Kur'an-ı Kerim'in getirdiklerinden başka bir şeyle bağlı saymayan Islâmi tavir bir arada yaşamaktadır. Garip olan şu ki farklı görüş sahipleri zaman zaman içinde bulunduğumuz toplumun değer ve kurumlarına sahip çıkmada birleştikleri halde, bunu gerçek birlik saymamakta, bunun karşılığı olarak cahili toplumun değer ve kurumlarını reddeden Müslümanlar da birlik oldukları bu noktayı atlayarak başka görüş farklarını esas mesele olarak benimsemektedirler. Bu durum ve bu durumu ortaya çıkaran tutumlar sürdükçe ne bir İslâmi mücadeleden ne bir hareketten söz etmek mümkün değildir. Yani ilk meselemiz, biz ve onlar ayırımı yapabilmek, Müslümanları cahili pisliklere bulaşmamış bir konuma yerleştirmekten ibarettir.
İkinci engel İslâmi mücadelede bulunmanın yöntemi ile ilgili. Hiç şüphesiz her hal ve şartta Islâm adına mücadele vermek mümkündür. Evde, mahallede, iş yerinde, günlük alış verişinde bile Müslümanların inandıkları doğrultusunda bir tavir ortaya koymakla bir mücadele ahlâkını benimsemiş olmaları tabiidir. Ne var ki bütün bunların yanısıra ve bunların üstünde bir kararlı ve plânlı mücadele tarzı vardır ki ağırlık verilmesi gereken budur. Genellikle (siyasi tavır) biçiminde ortaya çıkan bu mücadele tarzı kimin işidir? Cevabını vermekte güçlük çekilmeyen bir sorudur: Sözünü ettiğimiz tarzdaki mücadeleyi üstlenen insan mücahittir. Ama mücahit kimdir? Günün en verimli, üretken saatlerini düzenin değerlerine bağlı kurumlarda harcayıp. paydos saatinden sonra "Cihad"a çıkan mücahitlere mi teslim edeceğiz mücadelenin sorumluluğunu? Yoksa, derslerinden arta kalan zamanı İslâmi kuruluşların işleyişine, o gün esen siyasi rüzgârın gerektirdiği işlere hasreden öğrencilere mi?
Bir yandan düzenin çarkları içinde dönüp durmayı kabullenip bu bunaltısını İslâmi protestolarla "tedavi" yoluna giden, öte yandan müsait zamanlarını cihada ayıran insanların (bunlar ne kadar iyi niyetli olursa olsun) mücadele alanına tasallutlarından arınmadıkça İslâmi hareketin yeni boyutlara ulaşmasını beklemek kanımca boşunadır. İslâm adına mücedele etmeyi hayatının ilk ve tek meselesi kılmış insanların öncülüğüne varılmadıkça kendimizi çok avuturuz.
25.04.1978 / Yeni Devir