İran-Suudi Arabistan anlaşması: Neden şimdi?
İki devletin Yemen'deki savaşta oynadığı rolden Çin'in bölgede artan nüfuzuna kadar geniş yelpazeli meselelerin daha sağlıklı ele alınabilmesi adına hem Tahran hem de Riyad yönetimleri resmi ilişkilerin yeniden tesis edilmesiyle elde edilecek büyük avantajların farkındadır.
İlişkiler yeniden kuruldu
İki devlet arasındaki resmi ilişkilerin yeniden tesis edilmesi için anlaşmaya varılması sürecinde yedi yılda gerçekleştirilen beş tur görüşmeden sonra sonuç alındı.
Uzlaşma anlaşması Irak ve Umman'ın arabuluculuğuna ilave olarak Çin Devlet Başkanı Şi Jinping'in girişimi neticesinde imzalandı.
İki devlet arasında gerçekleştirilen görüşmelerin sadece dört gün süren son turunun ardından 10 Mart'ta varılan anlaşma çerçevesinde Tahran ve Riyad yönetimleri iki ay içinde büyükelçiliklerini tekrar açacak ve buna ilaveten 1998 ve 20001'de imza edilen iş birliği ve güvenlik anlaşmalarının gereklerini yerine getirmeye devam edecek.
Bu anlaşmanın can alıcı noktaları zamanlaması, arkasındaki nedenler ve anlaşmanın her iki devlet açısından beraberinde getireceği sonuçlardır.
Neden şimdi?
2016 yılında askıya alınan iki devlet arasındaki ilişkilerin yeniden canlandırılmasının en büyük nedenleri bölgedeki gelişmeler ve iki başkentin birbiri ile iletişim kurma ihtiyacıdır.
İran'ın tarihinde daha önce hiç maruz kalmadığı şekilde uluslararası ortamda yalnızlaştırılması Tahran yönetimini bu anlaşmaya iten en büyük motivasyon kaynaklarından birisiydi.
Geçtiğimiz son birkaç yılda, ülkedeki protesto hareketlerini acımasızca bastırılması, Ukrayna'daki savaşta kullanılmak üzere Rusya'ya SİHA tedarik edilmesi, nükleer tesislerinde uranyumu %84 oranında zenginleştirdiğinin farkına varılması, BM bünyesindeki Kadınların Statüsü Komisyonundan ihraç edilmesi meselesi, ABD ile yürüttüğü nükleer anlaşma görüşmelerinin askıya alınması nedeniyle Tahran yönetimi uluslararası kamuoyunun büyük tepkisini topladı.
Bu durum İran'ın uluslararası meşruiyeti için o kadar tehlikeli bir hal aldı ki ülkenin eski dışişleri bakanı yardımcılarından Abbas Araghchi yaptığı bir açıklamada yönetimi uyararak yurt dışında tertip edilmesi muhtemel İran İslam Cumhuriyeti karşıtı protesto gösterilerine müsaade edilmemesi gerektiği ikazında bulundu.
Nükleer silahlar
İran'ı Suudi Arabistan ile ilişkilerini yeniden başlatma hususunda son derece kararlı hale getiren işte bu uluslararası yalnızlık oldu. Riyad'ın Bahreyn, Ürdün, BAE ve hatta Mısır üzerinde hatırı sayılır düzeyde nüfuz sahibi olması hasebiyle Tahran yönetiminin Suudi Arabistan ile arayı düzeltmesi bu devletlerle olan ilişkileri de güçlendirecektir.
İran, "komşuluk politikası" stratejisi çerçevesinde Suudi Arabistan ile yeniden ekonomik açıdan ilişkiler tesis ederek ülke ekonomisini rahatlama fırsatı elde edecek ve buna ilaveten Londra'da ikamet eden bir Suudi Arabistan vatandaşına ait İran karşıtı Iran International televizyon kanalına Riyad yönetiminin verdiği desteği azaltmasını sağlayacaktır. (İran halihazırda bu televizyon kanalını işleten Halkın Mücahitleri isimli kurumu kendi terör listesinde tutmaktadır.)
Suudi Arabistan'ın da İran ile ilişkileri yeniden tesis etmeye ihtiyacı vardı. Riyad yönetiminin Irak, Yemen, Lübnan ve Suriye benzeri Arap dünyasının parçası olan devletlerdeki diplomatik faaliyetleri İran bu ülkelerdeki destekçileri tarafından engellenmekteydi.
Suudi Arabistan'ın veliaht prensi Muhammed bin Selman'ın İranlı lider Ali Hamaney'e yönelik söylemleri son derece can yakıcı nitelikteydi. Özellikle Hamaney'i Hitler'e benzettiği konuşması büyük gündem yaratmıştı.
Bin Selman geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada İran'ın nükleer silah edinmesi halinde Suudi Arabistan'ın da aynısını yapmaktan imtina etmeyeceğini zira ülkesinin İran eliyle nükleer tehlikeye gireceğini söylemişti. Geçtiğimiz yılın kasım ayında Wall Street Journal tarafından yayımlanan bir haberde İran'ın ülkede yaşanan rejim karşıtı protestoların oluşturduğu gündemi değiştirmek için Suudi Arabistan'a yönelik bir saldırı planladığı iddia edildi.
İran ile Suudi Arabistan arasında iş birliği yapılması halinde birçok Orta Doğu ülkesinde yaşanan çatışmalara çözüm bulunma ihtimali doğacaktır. Lübnan'ın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durum ile yeni bir devlet başkanı seçilmesi hususunda girilen çıkmaz bu iki devletin müsaade etmesi halinde daha kolay şekilde aşılabilir.
Lübnan'da geçtiğimiz hafta Hizbullah'ın Süleyman Franciye'nin adaylığını destekleyeceğini açıklamasının ardından Suudi Arabistan tarafından ancak "adı yolsuzluklara karışmamış birini destekleriz" açıklaması yapılmıştı.
Yemen ve Çin
İki devlet arasındaki en mühim konu başlığı Yemen'dir. Konunun uzmanlarına göre Suudi Arabistan, İran'dan Yemen'deki faaliyetleri hususunda bazı geri adımlar atacağına dair taahhüt almadan bu anlaşmaya asla yanaşmazdı.
Fakat İran'ın vereceği bu taahhütlerin tam olarak ne olduğu ve hatta Tahran'ın elinde verebileceği bir şeyler olup olmadığı hususu belirsizliğini hala korumaktadır. İran her ne kadar Husiler üzerinde hatırı sayılır derecede nüfuz sahibi olsa da bu grubun komutasını elinde tutmamaktadır. Husi hareketi, savaşa devam edip etmeyeceği hususunda vereceği bir kararda bağımsızdır. Hem Riyad hem de Tahran yönetimleri eninde sonunda Husilerin ve Aden'deki hükümetin varlıklarının birbirinden ayrılamaz iki gerçek olduğunu ve Yemen'in siyasi geleceğinin bu iki grubu da içine alması gerektiğini kabul etmek zorundadır.
Suudi Arabistan'ın İran ile iletişim kurma arzusunun ardındaki bir diğer etken de Riyad yönetiminin Washington'dan bağımsız bir dış politikaya yönelme eğilimi göstermesidir. ABD'nin son yıllarda Orta Doğu'daki müttefiklerini destekleme hususunda giderek daha az ilgili olmaya başladığı herkesin malumudur. Mesela 2019 yılında Suudi Arabistan'ın en büyük petrol tesislerine gerçekleştirilen SİHA saldırı sonrası Riyad yönetimi Washington'dan askeri olarak cevap vermesini talep etmesine rağmen ABD bunu reddetmiş, o dönemki ABD Başkanı Donald Trump; "Bu saldırı Suudi Arabistan'a yapıldı. Bize yönelik bir saldırı değildi" demişti.
Başkan Biden'ın petrol üretimini arttırmaları talebinin tam aksine Riyad'ın desteklediği OPEC devletlerinin petrol üretim kotası uygulamasının hayata geçirilmesi ABD yönetimini ziyadesiyle kızdırdı. İşte bu nedenle Çin'in Suudi Arabistan ile İran arasındaki vaziyete el atması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Çin'in bu anlaşmada üstlendiği arabuluculuk rolü Pekin'in Orta Doğu'daki Amerikan hegemonyasına meydan okuyabileceği bazı alanlar olduğuna inandıklarının ve Çin'in bölgedeki nüfuzunun arttığının bir işaretidir.
Riyad yönetimine yakın bir yorumcu olan Ali Shihabi bu konu hakkında "gelinen noktada Çin bu anlaşmanın vaftiz babası oldu ki bunun bir anlamı (ağırlığı) var" dedi ve "tarih göstermiştir ki İran ile yapılan ikili anlaşmaların üstüne yazılan kâğıt kadar değeri yoktur … bu anlaşmanın kemiğinin üstüne et koyan etken Çin devletinin de anlaşmaya imza atması oldu" diye de ekledi.
Fakat Çin bugüne kadar Orta Doğu'daki müttefikleri arasında meselelerde hep tarafsız olmayı tercih etti ve izlediği "sıfır düşman politikası" sayesinde bölgede kurduğu dengeli ilişkileri bugüne kadar aynen idame etti.
Pekin yönetiminin bu anlaşmayı bozacak olan tarafı ağır şekilde cezalandırmak gibi bir niyeti yoktur zira Çin'in tükettiği petrolün %18'i Suudi Arabistan gelmektedir. Buna ilaveten Çin ile İran arasında imza edilen 25 yıl süreli iş birliği anlaşmasına çerçevesinde İran sathında 400 milyar dolarlık altyapı projelerinin hayata geçirilecek olması Çin'in İran'a racon kesmesi gibi bir ihtimali ortadan kaldırmaktadır. Bununla birlikte şunu zikretmekte fayda var Reisi hükümetine sözünü dinletebilecek tek devlet Çin ve aynı zamanda Rusya'dır.
İran'ın bakış açısı
İran'daki rejim bu yeni anlaşmayı sevinçle karşıladı. Dışişleri Bakanı ve İran meclisi sözcüsü yaptığı açıklamalarda bu anlaşmayı bölgenin ve Basra Körfezinin istikrarı doğrultusunda atılmış önemli bir adım olarak gördüklerini vurguladılar.
İranlı bazı kalemler bu anlaşmaya ABD yerine Çin'in arabuluculuk yapmasını Washington'un yeni dünya nizamında gücünün azalmasına bağladı. Mehr News Agency tarafından yayımlanan bir analiz çalışmasında "başsız yeni dünya nizamı" vurgusu yapıldı ve "Tahran ile Riyad arasında kesilen uzlaşı pastasının mumları (Amerika yerine) Çin Seddinin dibinde üflendi" ifadelerine yer verildi.
Bazı mecralar ise anlaşmanın İsrail'i öfkelendirmesi ve ABD ile yürütülen nükleer anlaşma görüşmeleri üzerindeki etkisini gündeme taşıdı.
İran'daki reform yanlıları ve muhafazakârlar bu anlaşmaya farklı tepkiler verdi.
Bazı muhafazakâr siyasetçilere göre Suudi Arabistan bölgedeki zayıf durumu nedeniyle İran ile gerilimi düşürmek zorunda kaldı. Bu güruha göre halihazırdaki muhafazakâr hükümetin lideri İbrahim Reisi'nin faaliyetleri neticesinde İran, Şangay İş Birliği Organizasyonu üyeliği ve Suudi Arabistan anlaşması benzeri bazı kazanımlar elde etti.
Reform yanlıları ise halihazırdaki hükümetin, aslında bölgede tansiyon düşürme politikasını 1997-2005 arasında iktidarda iken benimseyen Muhammed Hatemi'nin ayak izlerini takip ettiğini iddia etmektedir.
Reform yanlısı Hasan Ruhani hükümetinin başkan yardımcılığını yapan Hamid Abutalebi sosyal medyada şu mesajı paylaştı: "Bu hükümet 20 yıl evvel imza edilen meseleleri ancak iki sene pazarlık edip arabuluculara başvurduktan sonra anlayabildi!" Ruhani bu mesajında 1998 ve 2001 yıllarında (Hatemi dönemi) Suudi Arabistan ile İran arasında imzalanan güvenlik anlaşmalarını ima etti.
Anlaşmanın ardından İran'ın para biriminin dolar ve altın karşısında değer kazanması da basına yansıdır. Son günlerde riyalin dolar karşısında hızla değer kaybetmesiyle beraber bir dolar 600,000 riyal civarında seyretmekteydi. Bu oran sadece 6 gün önce 477,000 iken anlaşmanın ardından 405,900 seviyelerine geriledi.
İran ile Suudi Arabistan arasındaki anlaşma her ne kadar birçok devlet tarafından memnuniyetle karşılanmış olsa dahi yine de tedbiri elden bırakmamakta fayda vardır.
Anlaşmanın içeriği bölgede derin izlere sahip yapısal nitelikteki sorunlar ile dolu olduğu için iki devletin söz konusu başlıklardan en azından bazılarında hatırı sayılır ilerleme kaydedip kaydedemeyeceği veya anlaşmanın bir süre sonra sadece kâğıt üstünde kalıp kalmayacağını ancak zaman gösterecektir.
Mohammad Salami tarafından kaleme alınan ve Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.