Suudi Arabistan, İran'a karşı Kürtleri nasıl kullanmaya çalıştı?
30 milyonluk Kürt’ün dört ülkeye dağılmış halde yaşadığı bölgede Türkiye, İran ve Irak yeni filizlenen devleti daha doğarken boğmak gibi bir ortak menfaati paylaştı; her ne kadar Ankara için bu, ülke içinde PKK’ya ve Suriye’de PYD’ye karşı savaşında bel bağladığı bir Kürt müttefikini terk etmek anlamına gelse de.
Buna karşın hangi grup ülkelerin Barzani’ye sözlü olur verip göz kırptığı çok da net sayılmazdı. İsrail bölgede bunu açıkça yapan tek oyuncuydu. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, İsrail “Kürt halkının meşru kendi devletini kurma çabasını destekliyor” dedi.
İsrail ordusunun eski genelkurmay başkan yardımcısı Yair Golan, Washington’daki bir konferansta her ne kadar İsrail PKK’yı bir terör örgütü olarak görse de kendisinin şahsen böyle düşünmediğini belirtti: “Doğuda İran’a baktığınızda, bölgedeki istikrarsızlığa odaklandığınızda bu bataklığın ortasında istikrarlı ve birleşik bir Kürt oluşumu fena bir fikir sayılmaz.”
Golan’ın bu tarz akıl yürütmesi, Türkiye, İran ve Irak’ın kolunu kanadını kırmak için Kürtleri kullanmayı çıkarına gören bir başka bölgesel güce, yani Suudi Arabistan’a tamamen yabancı değildi. Kamuoyu karşısında Suudi Kralı Selman Irak’ın bütünlüğünden yana olduklarını açık açık belirtti. Ama sahne arkasında Kraliyet, Irak devletini bölme ve Türkiye ile İran’ın toprak bütünlüğünü sorgulatma projesinde Barzani’yi cesaretlendirmek için bir dizi temsilci yolladı.
Bunlardan biri, şu an Cidde merkezli bir düşünce kuruluşu Ortadoğu Stratejik ve Hukuki Araştırmalar Merkezi başkanı olan Suudi silahlı kuvvetlerinden emekli tümgeneral Enver Eşki idi. Eşki, Kraliyet’in zihniyetini açıkça ortaya koydu. Dış İlişkiler Konseyi (CFR)’nde dedi ki barışçıl metotlarla Büyük Kürdistan’ın oluşumu için çalışmak “İran, Türkiye ve Irak’ın ihtiraslarına gem vuracaktır. Bu, her ülkenin üçte birini Kürdistan lehine koparacaktır.”
Eşki, Rus devletinin kontrolündeki Sputnik haber ajansına kısa bir süre evvel verdiği mülakatta bağımsız bir Kürt devletine desteğini yineledi. Dedi ki Kraliyet, halkların iradesi önünde durmuyor. “Kürtlerin kendi devletlerini kurma hakkı olduğu”na inanıyorum. Eşki şöyle devam etti: “Irak, Kürtleri marjinalleştirmekte ileri gitti. Ve Barzani’nin de dediği gibi, Bağdat yönetimi Irak’ı ırklara ve mezheplere bölerken Anayasa’ya bağlı kalmadı. Eğer ki Bağdat yönetimi aynı yolda ilerlemeyi sürdürürse bu, Irak’ın ikiden daha fazla parçaya bölünmesiyle sonuçlanabilir.”
Diğer bir sinyal de bu yılın mart ayında Suudi Kraliyet müsteşarlarından Dr. Abdullah es-Rabia’nın Suudi gazetesiUkaz’a yaptığı açıklamalarla verildi. Rabia dedi ki, Irak Kürdistan’ı İran’ın ve Türkiye’nin baltalayamayacağı kadar yüksek bir iktisadi, kültürel, siyasi ve askeri potansiyele sahip. Barzani’yle bir araya geldikten sonra gazeteye konuşan Rabia, Kürdistan “bağımsızlık için gerekli temellere ve varlığını koruma imkanına sahip” dedi.
Suudi ittifakının diğer bir kilit mensubu BAE de aynısını yaptı.
Güvenilir bir kaynaktan aldığım bilgilere göre, Barzani’nin oğlu olan Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Mesrur Barzani, 25 Eylül referandumundan sadece bir ay evvel gizlice Abu Dabi’ye gitmiş.
Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in izniyle hareket eden BAE’li akademisyenler, desteklerini açıklamanın çok daha ötesine geçtiler. Mesela Abdullah Abdulhalık, birkaç sene içinde kurulacak ve 30 milyonluk bir nüfusa ulaşabilecek Kürdistan Devleti’ni gösteren bir harita yayınladı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, “demokratik bir ölçü” olarak nitelediği referandum yüzünden Kürdistan’ı cezalandırmama çağrısı da yaptı.
Bu, Bağdat’ta gözlerden kaçmadı. The New Arab web sitesi, Erbil’in referandumun organizasyonunda yardımcı olması için BAE Politikalar Merkezi Başkanı İbtisam el-Kutbî ile bir “mutabakat muhtırası” imzaladığına dair Iraklı bir yetkilinin iddialarına yer verdi. BAE, Erbil’deki konsolosunun referanduma katılıp bazı oy kullanma merkezlerini ziyaret ettiğine dair haberleri ise yalanladı.
Suudi Arabistan, bölge politikasının değiştiğine dair başka sinyaller de verdi. Körfez İşleri Bakanı Thamer es-Sabhan, Suriye’nin Rakka kentine gerçekleştirdiği gizli ziyaret tepki çekti. El-Kuds el-Arabi’ye göre es-Sabhan, ABD’nin İslam Devleti (İD)’yle mücadele özel temsilcisi Brett McGurk’le ve ona eşlik eden Amerikan destekli Suriye Demokratik Güçleri askeri komutanlarıyla birlikte fotoğraflandı – ki bu SDG komutanları, İD’den yeni kurtarılmış Rakka’nın enkazları üzerine PKK lideri Abdullah Öcalan’ın resmini dikenlerin ta kendileriydi.
Bu apaçık Türkiye’ye yönelik bir mesajdı.
Kerkük’te Kürt peşmerge direnişi ezildiğinde Riyad derhal gemiden atladı. Kral Selman, Irak Başbakanı Haydar el-İbadi’yi Kraliyet’in Irak’ın birliğine olan desteğini vurgulamak için telefonla aradı ve gelecek hafta Riyad’ı ziyaret için kendisini davet etti. Irak genelkurmay başkanı bu hafta Suudi Arabistan’ı ziyaret etti.
Kerkük fiyaskosu, Ortadoğu’daki dağılan Amerikan imparatorluğunun merkezindeki mevcut istikrarsızlığın son örneği. Türkiye, IKBY, Irak ve Suudi Arabistan hep ABD’nin büyük yatırımlar yaptığı müttefikler.
Ama bu göstermelik Amerikan askeri müttefiklerinin birbirlerine bakışı itibarıyla artık bu pek de bir anlam ifade etmiyor; [zira bu ilişki biçimi,] 20. yüzyılda alışageldiğimize kıyasla, daha ziyade 18. yüzyıl Avrupa’sındaki devletçiklerin veya prensliklerin davranış şeklini hatırlatıyor.
ABD’nin eğittiği ve finanse ettiği Irak ordusu, yine ABD’nin teçhiz ettiği –ve Irak’ın kuzeyinde İD’le savaşta hayati bir rol oynayan- Kürt peşmerge birliklerini kovmak için İran destekli Şii milislerle el ele çalıştı.
Geçtiğimiz hafta Kerkük çevresinde etnik temizlik yeterince gerçekti. Yaklaşık 100.000 Kürt evlerinden kaçmak zorunda kaldı, birçoğunun iş yerleri kundaklandı ve çok sayıda peşmerge savaşçısı da öldürüldü.
Bütün bu süreçte Washington kenarda kaldı. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü dedi ki: “Federal [yani merkezi] yönetimin ihtilaflı bölgeleri yeniden kontrolü altına alması hiçbir şekilde bu toprakların statülerini değiştirmez; statü sorunu Irak Anayasası’na uygun bir zeminde çözülünceye kadar bu bölgeler ihtilaflı olarak kalmaya devam edecektir.”
Aslında Kerkük üzerinden yürütülen bu savaş, Saddam rejiminin düşmesinin ardından oluşan yeni Irak’ta Bağdat’ın Kürtlere karşı askeri güç kullanmayacağına dair varılan anlaşmanın ilk büyük ihlali. Irak Başbakanı İbadi otoritesini artırdı. Kerkük’ün geri alınması, 2018 genel seçimlerinde İbadi’nin, rakibi eski Başbakan Nuri el-Maliki’yle mücadelesine de yarayacak ve bütün bunlarda Irak Anayasası’nın ne deyip ne demediğinin pek de bir kıymeti harbiyesi olmayacak.
Dolayısıyla bir Amerikan müttefiki olmak, bırakın Amerikan askeri kalkanının, diplomatik şemsiyesinin dahi bir garantisi değil.
ABD’nin geri çekilmesiyle bırakılan boşluk (ki ben Trump’ın Amerika Öncelik milliyetçiliğini, Obama’nın Bush dönemi müdahalelerinden geri çekilmesinin bir devamı olarak görüyorum), Beyaz Saray’ı bir reality şova dönüştüren bir başkandan [Z.T.K. Trump’ı kastediyor] çok daha istikrarsızlaştırıcı.
Barzani, içeride [Z.T.K. rakibi Talebani’nin milis gücü] KYB’ye bağlı peşmergelerden artık ne tür bir destek almayı umduysa bunu elde edemediği gibi, Riyad ve Abu Dabi’den de yanlış işaretler aldı.
O halde post-Batı dünyasına hoş geldiniz. Geçmişte İngiltere de Rusya da o sancılı imparatorluklarını kaybetme sürecinden geçtiler. Şimdi sıra Washington’da.
Geri çekilmekte olan ABD, arkasında güçlü bölgesel aktörlerin denetiminde yeni bir güçler dengesi bırakmıyor. Batı’nın silahlarıyla donatılmış, vurdumduymaz ve savaşla yoğrulmuş orduların devriye gezdiği devasa bir çekişmeli alan bırakıyor. Eski müttefikler bir kenara atılıyor ve politikalar bir gecede bozulup dağılıyor.
Şüphesiz bu süreçte kazananlar da var ve bunlardan biri İran.
Güçlü ve muteber bir uluslararası arabulucunun yokluğunda İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün komutanı Kasım Süleymani, yaklaşmakta olan Haşd-i Şa’bi birlikleriyle bir anlaşmaya varması için KYB içindeki Talebani ailesi kanadını iknada çok daha etkili bir rol oynamışa benziyor; her ne kadar Şii milisler kısa sürede geri çekilip kontrolü Irak ordusu ve federal polise bıraksalar da.
Donald Trump’ın nükleer anlaşmayı “bozması”ndan [Z.T.K. yani desteğini çekip topu Kongre’ye atmasından]sadece iki gün evvel İran, kendisine bağlı Şii vekil güçler üzerinden Irak’a ait yeni bir dizi stratejik gayrimenkullerin ve petrol kuyularının kontrolünü etkili bir şekilde ele geçirmiş oldu.
Türkiye böylelikle İran’ın kollarına daha fazla itilmiş durumda. Şimdi artık Türkiye’nin Irak’taki sembolik kuvveti, Kerkük’e saldırının öncüsü olarak kullanılan İran destekli milis gücü Haşd-i Şa’bi ile dört bir tarafından çevrili.